Uzun zamandır siyasi yazı yazmamıştım bugün yazayım dedim. Sosyal medyadan takip eden ve yakından tanıyan arkadaşlarım aslında Liberal tarafa yakın olduğumu mecburen CHP'ye oy verdiğimi bilirler. Her ne kadar - annem dahil- çoğu insan beni CHP'li sansa da bu çok gerçekçi değildir.
Aşağıya kime neden oy vermediğimi ve neden buraya Liberal Demokrat Parti reklamı yaptığımı dilim döndüğünce yazacağım. Biliyorum pek çok kişi "ne diyor yav bu gevşek" veya "hayallerde yaşıyor yav ıslak rüya mıdır ne" diyecek ama genede yazasım geldi yazıyorum.
"Tarihini Bilmeyen Milletler Yok Olmaya Mahkumdurlar...!!"
Başlıktaki özlü sözden sonra tarih dersi vermeyeceğim neden LDP'yi sevdiğimi anlatayacağım. Liseye yeni başladığım zamanlardı. Sınıfta neredeyse herkesin bir görüşü vardı, kimisi TKP kimisi CHP kimisi ise Ocakçı'ydı. O zamanlar bu kadar siyasi bir tarafım yoktu olamazdı da. Malum Türkiye'de ticaret yapıyorsanız siyasi görüşünüz olmaz, bitaraf olursanız bertaraf olursunuz düsturu ile yetiştim. Haliyle aileden gelen koyu bir görüş yok. Ancak uygulama genelde demokrat ve özgürlükçü bir yapıydı. Hal böyle olunca bende de pek siyasi görüş yoktu her ne kadar tarih merakım yüzüne zamanında Türk Cumhuriyetlerinin kaynaklarını incelemiş olsam da...
Toparlarsak. Babama sordum (bir büyüğe danıştım :) ) Sağ ne Sol ne diye anlayabileceğim şekilde anlattı. İkisini de sevmedim. Sağ taraf fazla suratsız, despot ve yasakçıydı ve sorgulamak yoktu ondan sevmedim. Sol tarafta mal edinmeye karşıydı, herkes üretsin birimler paylaştırılsın, devlet ana kontrolör olsun kafası sarmadı beni. Ortası ne yav dedim Liberal olursun o zaman dedi peder bey. O ne ki dedim serbest girişim mal edinme özgürlüğü falan dedi (Bu arada Lise de İktisat dersinde Tarihsel Ekonomik Yöntemler da okudum.)
"Bu Liberallik ne menem şey yav" dedim, kurcaladım bir internet cafeden (evet evimde o zaman net yoktu sene 2000 falan) Liberal Demokrat Parti'nin internet sitesini buldum. Bir test vardı sitelerinde onu yaptım tam MERKEZ'de çıktım. Üzüldüm aslında orta yolcu olmak alay konusu malum. Ama Yunus balığı falan sevdim sayılır sonra okul da öğrendiklerim "Bırakınız yapsınlar Bırakınız Geçsinler" lafı büyürken etkili oldu sanırım. Bir ara Sarıgül'cü olsam da içimde hep "yunus balığı" sevgisi kaldı. Tarihsel hikaye kabaca bu. Daha uzatmayayım okunmaz.
NEDEN MUHTEŞEM DÖRTLÜ DEĞİL?
Alfabetik olarak;
AKP; Din tüccarlarını hiç sevemedim. İnanç kişinin kendi bileceği iştir. Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz. Hem yaptıklarının zamanında cennetten arsa satan Papazdan ne farkı var?
CHP; Her nekadar özgürlükçü gelse de ne sokağa inebiliyor ne de hür girişimciliği savunabiliyor. Başka şeylerde var ama bu kadar yeter
MHP; Milliyetçiyim demekle Türk soslu Arapçılık yapılmaz ayıptır. Bir kere Türk töresinde Kadın Erkekle eş değerdir neticenizden element uydurmayın. Türkçülük konusunda bayağı tersim arkadaşlarla
HDP; Batıyla (İstanbulluyum arkadaşım ben) hiç bir alakası olmayan ayrılıkçı bir yapı. Önce töre cinayetlerini, ağalık/şıhlık hikayesini bitirsinler doğuda. Üretip vergi ödesinler sonrasına bakarız modundayım.
İş bu sebeplerden dolayı bu 4 partinin yakın durduğu görüşlere ben uzak kalıyorum.
NEDEN LDP?
1- Vergilere bende gıcığım. Personelimin maaşının yarısı kadarda devlete vergi (maaş) veriyorum karşılığında ne alıyorum??
2- Siyasette dinin işi ne?
3- Devlet denen yapı kural koyar ve denetler ve bunu piyasanın dengesini bozmadan yapar. Denetim gücünü silah olarak kullanmaz
4- Kişiler inanç ve yaşayışlarında özgürdürler ve öyle olmalılardır.
5- Unuttuğumuz hukuk üstünlüğü.
6- Zorunlu askerlik. 2008 de yaptım. 5 ay 5 gün boyunca rakı sattım barda ne alaka? Ayrıca 2-3 aylık eğitimle çatışmaya gönderilir mi senin en üretken olan genç insan gücün?
7- Güncel genç diline ve yaşayışına daha alışkın aynı dili konuşabiliyoruz.
İlk etapta aklıma gelenler bunlar çoğaltılabilir.
Pek çok Arkadaşım "oğlum baraj var lan manyak mısın?" diyecek de, e HDP içinde aynısını deniyordu ?! ki kiminle konuşsam küçük oy alan partileri kendine daha yakın görüyor ama barajdan dolayı kendi meşrebine en yakın olana veriyor oyunu.
Biliyorum ki yukarıda saydıklarımı hemen her parti söylüyor ancak neden vermeyeceğimi anlattım. Hem adı üzerinde "Liberal" parti Neden olmasın? Sanki geçen seçimde oy verdiklerimiz Meclisi açıp iş mi yaptı? Koalisyon bile kuramadılar onun için alayına kılım. Hür iradem şuanda bunu söylüyor 1 Kasım'da ne olur göreceğiz...
Keyfe keder bir TC vatandaşının kafasına estikçe yaşamla ilgili yazınları vardır. Edebi değil deneyseldir. Siyasetten sanata,aşka, belediyelere kadar herşey var
26 Ekim 2015 Pazartesi
29 Temmuz 2015 Çarşamba
HDP'YE VE OY VERENLERİNE AÇIK MEKTUP
Aslında önce Facebook gönderisi olarak yazacaktım ama çok uzun yazmayı sevmiyorum oraya buradan yazmak daha rahat oluyor.
Şimdi son seçimlerde özellikle batı illerimizden HDP'ye büyük bir oy çıktı. Aslına bakarsanız PKK'nın tasfiye olması için güzel bir sonuç aynı zamanda ülkemizin demokratik yaşamı açısından da memnuniyetle karşılanacak bir durum. Ancak 2002'de AKP için ne düşünüyorsam HDP için de aynılarını düşünüyorum ikisi de "takiyeci"dir.
Sene 96 sonları. Pederin işler batmış ve bazı sebeplerden ötürü uzunca bir süre bizden ayrı kalması gerekmişti (gerçi o zaman 10 15 senedir ayrıydı bizimkiler) e bizde ana oğul ev bakmaya koyulduk. Esatpaşa'da (şimdi Ataşehir'e bağlı o zaman Üsküdar'a bağlı bir gece kondu mahallesi irisiydi) bir ev bulduk. Sokak komple akrabaydı ve Kürttüler. Haliyle hatırlayanlar vardır o dönemlerde şimdiki gibiydi hatta daha fenaydı.
Özellikle Batı'da yaşayan insanların çok önemsedikleri 23 Nisan, 29 Ekim, 30 Ağustos gibi bayramlarımızda Bayrağımızı gururla ve bizim için ölen büyüklerimize duyduğumuz (hadi sol jargon kullanayım; İngiliz ve bağıllarının Emparyalistliğine bir karşı duruş olarak) saygıyla evlerimize asarız. Asmayan varsa " ala ala neden asmadı acaba ülkesini sevmiyor mu?" diye düşünürüz/dük. Ancak ben o semtte otururken uzun süre cesaret edemedim Ülkemin bağımsızlığının sembolü olan bayrağımı camıma asmaya. Çünkü evde annem vardı, ya mal sahibi kıl olup evden atarsa, ya camı çerçeveyi indiren çıkarsa diye. Bir süre sonra "amaan ne olacaksa bana olsun" diyip önce kendi odamın sokaktan çok gözükmeyen sonra gözüken yerine astım sonrasındaysa ön cama astım.
"E asmışsın bir şey olmamış" diyen çıkacaktır ama o dönemin psikolojisi farklıydı ayrıca Apo yakalanmış ülke sakinlemiş, insanlar "Nedir bu Kürtlerin derdi?" demeye başlamıştı. Mesela aynı mahalle ve sokak Öcalan yakalandığında paldır küldür boşalmış sevindiler mi üzüldüler mi anlamamıştık. Ama panik havası vardı sokak sakinlerinde. (Bu arada 7 8 yıl aynı yerde oturdum hiç biri kafayı kaldırıp eve bakmadı, ben yoksam annemle gereksiz diyaloğa girmeye çalışmadı -erkekleri-, annem çalıştığı için okuldan sonra bol bol hamur yedirdiler :) hepsine selam ederim)
Gelelim sorulara;
1- HDP'nin Kürtçe konuşulmasından başka ne derdi var?
2- Hangi söylevleri Batıda yaşayan veya Kuzeyde ne işine yarayacaktır (barış,kardeşliği geçelim her parti aynısını sayıklıyor)
3- Madem Kürt halkının kurtarıcısı bu arkadaşlar neden Ekonomik kalkınmayla alakalı bir laf çıkmaz ağızlarından?Misal; fabrika yapacaz ama devlet bize yer veriyor gibi)
4- Töre denen 1000 yıllık cehalet alameti olan konuyu neden yok etmeye uğraştıklarını duymayız?
5- Elde silah hak ararsan dünyanın her yerindeki devlet sana silahla karşılık verir saf mısınız?
6- Bölge için iddia edilen Kaçak elektrik, Kaçak su vs için bir çözümleri veya aksi iddiaları var mı?
7- Diyelim ki Kürdistan kuruldu (ülke veya Federatif Bölge olarak) İstanbul, İzmir, Antalya gibi yerlerde uzunca süredir yaşayan Kürt halkını nasıl geri döndürecekler? Döndüklerinde nasıl iskan ettirecekler, ne yaptıracaklar?
8- Toprak reformu düşünüyorlar mı? Hani Ağalık düzeni bitsin diye (gerçi pek çoğu ağaların torunu ya)
9- Bilinen bir gerçektir. Avrupa'ya giden narkotik malzeme bu topraklardan geçerek dağıtılıyor bunun için bir şeyler yapmak var mı söylevlerinde?
10- Her türlü yıkıcı eylemi MİT'e ve dolayısıyla devlete bağlıyorlar. Peki bu koz nasıl karşı tarafınıza geçiyor bunu hiç düşündünüz mü?
11- Bu parti kendini sol/sosyalist olarak gösteriyor ama nedense baskın olarak "Kürt halkı" söylevi kullanılmakta. Halkların kardeşliğine ne oldu?
12- Hareketi/Partiyi destekleyen çeşitli sol gruplar var bir tanesi silahlı mücadele ile devrim diye yazmış geçende. Bu düşüncedeki insanlar hakkında ne düşünüyorlar? Yoksa herkes "Öz Savunma" birlikleri mi kurmalı?
Toparlarsak. Evet HDP'nin mecliste olması gerekli hatta başka partilerinde ancak kimin neci olduğuna iyi bakmamız lazım özellikle son 13 yılı düşünerek yapmalıyız bunları. Ve unutulmamalıdır ki savaşların pek çoğu ekonomi ile alakalıdır kimse yalnızca din yaymak yada ezildiği için/ezilenlerin yanında olduğu için savaşmıyor. Silah, top, tüfek yerine konuşmalıyız, yemeliyiz, içmeliyiz ki biz biz olduğumuzu anlayalım. Ne zamanki yukarıdaki sorularıma adam gibi cevap bulur ikna olurum belki o zaman HDP ve benzerlerine oy verebilirim yoksa kimse kızmasın ama Sol soslu Milliyetçi "bölünmeci" tayfaya benden oy yok.
Şimdi son seçimlerde özellikle batı illerimizden HDP'ye büyük bir oy çıktı. Aslına bakarsanız PKK'nın tasfiye olması için güzel bir sonuç aynı zamanda ülkemizin demokratik yaşamı açısından da memnuniyetle karşılanacak bir durum. Ancak 2002'de AKP için ne düşünüyorsam HDP için de aynılarını düşünüyorum ikisi de "takiyeci"dir.
Sene 96 sonları. Pederin işler batmış ve bazı sebeplerden ötürü uzunca bir süre bizden ayrı kalması gerekmişti (gerçi o zaman 10 15 senedir ayrıydı bizimkiler) e bizde ana oğul ev bakmaya koyulduk. Esatpaşa'da (şimdi Ataşehir'e bağlı o zaman Üsküdar'a bağlı bir gece kondu mahallesi irisiydi) bir ev bulduk. Sokak komple akrabaydı ve Kürttüler. Haliyle hatırlayanlar vardır o dönemlerde şimdiki gibiydi hatta daha fenaydı.
Özellikle Batı'da yaşayan insanların çok önemsedikleri 23 Nisan, 29 Ekim, 30 Ağustos gibi bayramlarımızda Bayrağımızı gururla ve bizim için ölen büyüklerimize duyduğumuz (hadi sol jargon kullanayım; İngiliz ve bağıllarının Emparyalistliğine bir karşı duruş olarak) saygıyla evlerimize asarız. Asmayan varsa " ala ala neden asmadı acaba ülkesini sevmiyor mu?" diye düşünürüz/dük. Ancak ben o semtte otururken uzun süre cesaret edemedim Ülkemin bağımsızlığının sembolü olan bayrağımı camıma asmaya. Çünkü evde annem vardı, ya mal sahibi kıl olup evden atarsa, ya camı çerçeveyi indiren çıkarsa diye. Bir süre sonra "amaan ne olacaksa bana olsun" diyip önce kendi odamın sokaktan çok gözükmeyen sonra gözüken yerine astım sonrasındaysa ön cama astım.
"E asmışsın bir şey olmamış" diyen çıkacaktır ama o dönemin psikolojisi farklıydı ayrıca Apo yakalanmış ülke sakinlemiş, insanlar "Nedir bu Kürtlerin derdi?" demeye başlamıştı. Mesela aynı mahalle ve sokak Öcalan yakalandığında paldır küldür boşalmış sevindiler mi üzüldüler mi anlamamıştık. Ama panik havası vardı sokak sakinlerinde. (Bu arada 7 8 yıl aynı yerde oturdum hiç biri kafayı kaldırıp eve bakmadı, ben yoksam annemle gereksiz diyaloğa girmeye çalışmadı -erkekleri-, annem çalıştığı için okuldan sonra bol bol hamur yedirdiler :) hepsine selam ederim)
Gelelim sorulara;
1- HDP'nin Kürtçe konuşulmasından başka ne derdi var?
2- Hangi söylevleri Batıda yaşayan veya Kuzeyde ne işine yarayacaktır (barış,kardeşliği geçelim her parti aynısını sayıklıyor)
3- Madem Kürt halkının kurtarıcısı bu arkadaşlar neden Ekonomik kalkınmayla alakalı bir laf çıkmaz ağızlarından?Misal; fabrika yapacaz ama devlet bize yer veriyor gibi)
4- Töre denen 1000 yıllık cehalet alameti olan konuyu neden yok etmeye uğraştıklarını duymayız?
5- Elde silah hak ararsan dünyanın her yerindeki devlet sana silahla karşılık verir saf mısınız?
6- Bölge için iddia edilen Kaçak elektrik, Kaçak su vs için bir çözümleri veya aksi iddiaları var mı?
7- Diyelim ki Kürdistan kuruldu (ülke veya Federatif Bölge olarak) İstanbul, İzmir, Antalya gibi yerlerde uzunca süredir yaşayan Kürt halkını nasıl geri döndürecekler? Döndüklerinde nasıl iskan ettirecekler, ne yaptıracaklar?
8- Toprak reformu düşünüyorlar mı? Hani Ağalık düzeni bitsin diye (gerçi pek çoğu ağaların torunu ya)
9- Bilinen bir gerçektir. Avrupa'ya giden narkotik malzeme bu topraklardan geçerek dağıtılıyor bunun için bir şeyler yapmak var mı söylevlerinde?
10- Her türlü yıkıcı eylemi MİT'e ve dolayısıyla devlete bağlıyorlar. Peki bu koz nasıl karşı tarafınıza geçiyor bunu hiç düşündünüz mü?
11- Bu parti kendini sol/sosyalist olarak gösteriyor ama nedense baskın olarak "Kürt halkı" söylevi kullanılmakta. Halkların kardeşliğine ne oldu?
12- Hareketi/Partiyi destekleyen çeşitli sol gruplar var bir tanesi silahlı mücadele ile devrim diye yazmış geçende. Bu düşüncedeki insanlar hakkında ne düşünüyorlar? Yoksa herkes "Öz Savunma" birlikleri mi kurmalı?
Toparlarsak. Evet HDP'nin mecliste olması gerekli hatta başka partilerinde ancak kimin neci olduğuna iyi bakmamız lazım özellikle son 13 yılı düşünerek yapmalıyız bunları. Ve unutulmamalıdır ki savaşların pek çoğu ekonomi ile alakalıdır kimse yalnızca din yaymak yada ezildiği için/ezilenlerin yanında olduğu için savaşmıyor. Silah, top, tüfek yerine konuşmalıyız, yemeliyiz, içmeliyiz ki biz biz olduğumuzu anlayalım. Ne zamanki yukarıdaki sorularıma adam gibi cevap bulur ikna olurum belki o zaman HDP ve benzerlerine oy verebilirim yoksa kimse kızmasın ama Sol soslu Milliyetçi "bölünmeci" tayfaya benden oy yok.
22 Temmuz 2015 Çarşamba
İHALENİN KAZANANI KİM OLDU??
Tabii ki kimse olmadı. 77 milyon olan ülkemizinde beşiktekinden eşiktekine hepimiz artık kaybedeniz. Özellikle de bayramdan sonra yaşadıklarımızı göz önüne alınınca gene ne oluyor dedik. Aşağıya Ankara'da bir kahvede oturan Ahmet amcanın "derin(!) stratejisini" anlattığı gibi hadi belki biraz daha farklı bir bakış açısıyla bir şeyler karalayacağım. Biliyorum pek çok arkadaşımın hoşuna gitmeyecek ama bu bana göre böyle.
Yukarıda kimse kazanmadı dedim ama ne acı ki her seçimde koştura koştura oy verdiğimiz beceriksizler sürüsü bu olaylardan her şeye rağmen kazançlı çıkmaya çalışacak. Nasıl mı aklıma gelenleri aşağıya listeleyelim bakalım;
1 - AKP erken seçim malzemesi olarak kullanabilir. Nasıl? Tayyip bey ve taifası çıkıp "Bakın birileri sizi kandırdı tek başına iktidar olamadık onun için bunlar oldu, erken seçimde bize oy verin sakinlesin ortam", bu arada ne hikmetse AKP'nin büroları ya taranıyor yada bomba ihbarı yapılıp patlamadan (patlamasın da zaten) imha ediliyor. Haliyle gelsin Mağduriyet filmi.
Gerçi adamlar şanslı oy verenlerinden kimse çıkıp demiyor ki "Aga 13 yıldır iktidardasın, bütün istihbaratı MİT'e bağladın ama ülkenin her yanı çıfıt çarsısı ne iş?" Arkasına da mesela deseki; " Ya süreç müreç bişeyler anlatıyordunuz e bizde size inandık oy verdik ama ne olduğunu bilmiyoruz acaba onunla alakalı mı bunlar?" El cevap "Tabii alakalı hep dış güçler istemiyor ondan" veya benzeri bir cevap olur.
Vatandaşın daha önemlisi İNSAN kanından kazanç çalışan bir numara bu arkadaşlar.
2- HDP malum her ne kadar hayır deseler de PKK'nın yasal hali arkadaşlar. Bahane belli İŞİD teröristleri Kürtleri öldürmeye çalıştı bunun tek müsebbibi var AKP'dir. Halkımızı korumak için sivil insiyatif ile bizde silahlanıyoruz unutmasınlar Kürt halkının Öz güvenlik ihtiyacı hep olmuştur bu yüzden bizde kendimizi korumak için çalışma başlatacağız.
Sonra ellerde silahlar sözüm ona Anayasal haklarını savunan tipler görürüz ortalıkta - ki görülmüşte sanırım-. Son seçimde " Ama Selo Sazdan başka bişi çalmıo ona verdim ben" diyen güzel yurdumun güzel insanları unuttular uzunca bir süredir AKP ile bu arkadaşların gizli kapaklı iş yaptıklarını. Ayrıca ben silah bıraktıklarını da görmedim, Fabrika yapmak istiyoruz demelerini de. Varsa yoksa hır gür birde "ama Kürtçe konuşamıyoruz" e artık kouşuyorsunuz bak kurslar falan da var başka derdiniz ne??
Son olarak da Hizbullah gibi İŞİD hücreleriyle kapışıyoruz diye Güneydoğumuz da ortalığı karıştırırlar gelecek seçimde de bağımsızlar olarak gene mecliste görürüz arkadaşları. Bu ara bu arkadaşların (PKK ve kuzenleri) yol kesip kimlik kontrolü yaptıklarını da unutmadık kimse de unutmasın.
Bu arada bu şekilde Büyük Kürdistan'ın temelleri atılacak olgunlaştıktan sonra İŞİD bahanesi ile İsrail ve ABD bölgeye girecek ya büyük İsrail resmen kurulmuş olacak yada hegemonyaları altında kukla devletlerle komşu olacağız.
30 yıldır yaptıkları gibi gene Masum İNSAN kanı ile güçlerini korumaya çalışacaklar.
3- CHP ve MHP ikisini bir yazacağım nasılsa aynı kapıya çıkıyorlar çoğu yerde yalnızca Milliyetçi kardeşlerimiz AKP'yi biraz daha çok seviyor.
Bu iki parti de AKP beceriksiz ondan oldu bunlar bize oy verin süper olalım minvalinde açıklamalar yapar. CHP gene Atatürk Atatürk diye ağlar MHP'de vatan millet Sakarya tadında sos atar açıklamaya.
Kimse de demez; "Aga 13 yıldır meclistesiniz denetim için ne yaptınız?" "Tamam engellediler anladık sine-i millet yapsaydınız yiyorsa?" Ayrıca Milletvekili maaşları hakkındaki kararlar hep oy birliği ile alındı ne iş??
Sonuç; Olan insanımıza ÜLKEMİZe oldu.
DÜNYA NE YAPIYOR PEKİ BU ARADA?
1- İran üzerindeki ambargolar kalktı. Almanya ve Fransa derhal pazar araştırması için Bakanlarını yolladı. Malum AB ekonomisini düzeltmeye bakıyor ve kayıp güzel bir pazar var onu kazanmaya çalışıyor bizde çakma altıncıya ödül veriyoruz..! Orta Doğu'dan da uzak kalmaya çalışıyor durduk yere bombalanmak istemiyor canları.
2- Suriye konusunda Rusya açık açık Esad'ın yanında ve birbirlerine methiyeler döşüyorlar. Suriye konusunda oyun kurucu biz DEĞİL Rusya gözüküyor. Ayrıca İran gelişmesinden ikisi de mutlu. Rusya'dan kredi almak istiyor Şam bu arada.
3- ABD ve İsrail Orta Doğu'yu rahat bırakmayacaklarını ve İran'ı halen tehdit olarak gördüklerini (ABD BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ve ambargo kalkmasına onay verdi) beraberce çalışacaklarını deklare ettiler.
4- Yunanistan İsrail ile yakın temasta askeri iş birliği anlaşması yaptılar yakın zamanda ki GKRY tarafında ve Akdeniz'de doğal gaz ve petrol arıyorlar beraber.
BİZ NE YAPIYORUZ?
Orta Doğu bataklığına en hızlı nasıl gömülürüz isimli çok derin(!) bir kitabı hızla hazmetmeye çalışıyoruz. Merak ediyorum ne zaman meşrebimize göre dış dünyayı desteklemeyi bırakacağız da kendimizi düzeltmeye bakıcaz?? Hani tek derdimiz ağaçların budanma yönü olsa neyse de o halde değiliz henüz...!
Etiketler:
Ak Parti,
AKP,
CHP,
Cumhuriyet Halk PArtisi,
Halkların Demokratik Partisi,
HDP,
MHP,
Recep Tayyip Erdoğan,
Selehattin Demirtaş,
Sırrı Süreyya Önder,
Suriye,
Uluslararası ilişkiler
14 Temmuz 2015 Salı
TERCİH YAPACAKLARA SELAM OLSUN
Herkes her konuda(özellikle meslek seçimi) gevezelik ediyor e benim neyim eksik bende edicem dedim ediyorum buyrun :)
Malumunuz yaz ayları bir kısım insanımız ve gencimiz için yatış bir kısmı için ise stresli bir bekleyiştir. Gerzek bir sınava girilmiş o saçmalık için en güzel zamanlar çoktan seçmeli kitapçığa gömülmüştür. Bir yandan ailenin baskı ve sömürüsü öte tarafta arkadaşlar ve okul baskısı (hepimiz yaşadık ben biraz deli çıktım ondan bir cacık olmadı benden) haliyle saçma sapan daha doğrusu tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz "adı güzel" bölümleri yazıyoruz sonra sosyal medyada ağlıyoruz.
Efenim bu arada "Ne anlatıyor yav Bu?" diyenlere ben neciyim kısa özet vereyim. 1999 yılında Kadıköy Anadolu Tic. Mes. Lisesine girip 2003 te mezun olmuş sonrasında 2 yıllık MYO (meslek yüksek?? okulu)'nu bitirmiş olup Açık Öğretimden İktisat lisansı almış (iktisatçıyım demem bu yüzden genelde) 2014 yılında da Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Yüksek Lisansı yapmış Gümrük Müşavir Yardımcılığı belgesine haiz, son 3 yıldır yurt dışında yerleşik firmanın Türkiye Ülke Temsilcisi ve bağımsız danışmanlık yapmakta olan bir vatan evladıyım. İlk 5 senesi amatörce de olsa 2000 yılından beri Dış Ticaret ve Gümrük sektöründeyim. Buna dayanarak ve sağdan soldan gelen sorulara istinaden kendi iş kolum ile alakalı biraz gevezelik edicem tercih yapacak müstakbel iş ve meslek arkadaşlarıma...
ULUSLARARASI BİŞİ İYİDİR...?
Genelde pek çok üniversitemizde (malum artık bakkaldan çoklar şükür ki) Uluslararası Ticaret, İşletmecilik, Lojistik birde bunların sonunda Yönetim olanları var. Tercih yaparken genelde önce okulun adı sonrasında da bölümün adına bakarız afilli mi diye öyle ise yaz gitsin nasılsa iş buluruz deriz ama kazın ayağı öyle değil :((
İki anımı yazacağım daha net olsun hikaye. İlki Dershanede geçer. Güzel bir kız arkadaşım vardı kızcağız Kadıköy Anadolu (KAL)'dan mezun olacaktı Uluslararası Ticaret (BOUN) yazmak istiyordu. Bende gıcıklık yapıcam ya İthalat ne İhracat ne diye sordum. Cevap yok. İktisat muhasebe göreceksin bilgin ilgin var mı? "yok". E ne alaka dedim hani babadan ağabeyden falan mı? Yok değil adı güzel hem "Uluslararası" bütün dünya ile kontakta olurum falan dedi ama ben diğer soruların cevabını verince sıkıldı biraz. (sen nereden bildin ukala diyenlere o dönemdeki DIŞ TİCARET liselerinin müfredatına bakmaları şiddetle tavsiye olunur)
İkinci örneğim üniversite birinci sınıftan. Efenim dedik ya MYO okudum önce, o zamanlar, işte okulun ilk zamanları Makro İktisat (Makro Mikrodur kısası uyandırayım) hocamız sınıfa geldi. İlk ders bir tanışalım dedi hoca arkasından sordu hepiniz mi Ticaret çıkışlısınız? Bir arkadaşımız hariç hepimiz "Evet" dedik. İktisadın tanımını, temel dönemleri ve sistemleri sordu hocamız. Bizde cevapladık baktı sınıfa " Evet arkadaşlar kitaplarınızın 3.ünitesini açın eğrilerden başlıyoruz döneme. Canım sana da arkadaşların ilk konuları anlatır. Anlatırsınız değil mi gençler arkadaşınıza??" Sınıfça "Tabii hocam"...(anlatan olmuştur sanırım. bana gelip sormadı bende kurcalamadım genelde arkalarda uyukluyordum çünkü :)) )
Uluslararası demek sizin saatsiz yaşayacağınız anlamına gelir ve mutlak suretle teknik donanımınızın iyi olması gerekir. Eğer uzun uzun mevzuat ve uygulama metinleri okumayı sevmiyorsanız, rahatınıza düşkünseniz kaçın kurtarın kendinizi. Hele Uluslararası İlişkiler falan okuyorsanız yandınız bu ülkede diplomatlık yerine genelde ihracat firmalarında dış ticaret mevzuatı ile aşk yaşayacaksınız demektir. O da dil bilmenizden dolayı...(misal Bankacılık Mezunu almaya dikkat etmem diyen Banka CEO'su tanıdım ben. Abiye analitik adam lazımmış. E mevzuat?? Hallederiz. oldu canım)
"GÜMRÜKTEN GÜZEL KAZANILIYORMUŞ!!" "YA PLAZA DA İŞTE KLİMAM VAR TOPUKLU FALAN BAYILIRIM ÖLE GEZMEYE ?! :D :D"
Evet gelelim netameli konuya. E bu bölümlerden mezun olunca ne oluyor? Hayat nasıl bu sektörde??
Gümrük;
Genelde erkek baskındır popülasyonu. Kamyoncusu (Nakliyeci firmalar yani ve şöförleri) ayrı film, Firması ayrı, müşaviri ayrı, kamu tarafı ise bambaşkadır.
Saat zaman kavramı yoktur. Her iş ne hikmetse(??) acildir memleketin tüm dış ticareti sizin dosyada sanabilirsiniz.
Alkol ve sigara tüketiminiz diğer arkadaşlarınıza göre %50 daha fazla olabilir. Kullanmayan daha dini yaşıyorsanız normalden fazla ibadete verebilir ya sabır çekebilirsiniz ...
İlk başta maaş asgari ücret veya az bişi fazlası+yol+yemektir.
Avanta lavanta ilk bir sene beklemeyin önce işi öğrenin sonra kendiliğinden gelir ama şu anki dönem gereği eskisi gibi (80'ler 90'lar) bir yan gelir beklemeyin.
Evi, sosyal hayatı sporu falan unutun.
Kızlarda kibarlığı, bakımı falan unutabilirler bir yerden sonra erkek Fatma olacaksınız iş yaptıramazsınız başka türlü. (yani adınız çıkmasın diye dedim malum TC burası)
Karne sınavları için manyak gibi mevzuat çalışırsınız. Sevdiğiniz spor otomobil size marka model değil tarife tanımı olarak gelir yada içtiğiniz içecek.
Alış veriş yaparken ne güzel kazıklandığımız görürsünüz.
Arada evrak kaybolur, sahadaki elemanın canı sıkılırsa yandınız
He birde sizin için artık renklerin başka anlamları vardır (Kırmızı,yeşil,sarı,mavi arada değişik olsun diye mor falan diyende çıkar yada pembe)
Bir de millet size kalpazan ve kaçakçı muamelesi yapar her daim. Genelde firmalar yüzündendir bu.
Firma;
Tedarikçiniz Çin'de, siz İstanbul'da, müşteriniz iyi ihtimalle AB'de olmadı ABD'de olur abuk sabuk saatlerde konuşursunuz yada mailleşirsiniz.
Daima acaba Nakliyecim/gümrükçüm/tedarikçim beni kandırıyor mu acaba dersiniz.
Bilumum sosyal ortamlarda aklınız çıkamayan ihracat TIR'ınızdadır. Yada imalat durmadan getirilmesi gereken ithal eşyanızdadır.
Sevgiliniz arıza yapar çünkü sabah 8- akşam Allah Kerim'dir çalışma saatleriniz.
Özellikle kızlar hep şıkır fıkır olmalı diye bir kural var plazalarda maaşın çoğu kıyafete gider.
Evrak kayıpları ile boğuşursunuz.
Arada muhasebe (finans departmanı olmuş yeni adı) elemanlarınızla kavga edersiniz ya vergi ya masraf yüzüne.
Arada "Amaaan 2 mail atıyorsunuz yav ne var bunda?? " diyen değişikler olur, klavyeyi yediresiniz gelir.
İlla "acil acil" diye kapınıza gelen bir satın almacı ve Supply Chain Specialist bulunur etrafınızda.(bu arada ikisi de aynı sayılır aslında ama biri daha rakamsal takılır). Bir de bu arkadaş derdini anlatamaz doğru düzgün genelde.
Nakliyeci/Lojistik firması;
Müşteriniz eğer programlı değilse son dakika yüklemesi çıkartır başınıza.
Parsiyel yüklemede kimin ne yüklediğini bilemeyebilir ve adli vaka yaşayabilirsiniz.
Gümrükçü işi geç bitirir sizin TIR geç çıkar firma faturayı size keser.
Mal erken gelirse ve depo kalabalıksa "Nereye koyacam la ben bunları??!!" dersiniz.
Tablo ve arşiv tutmaktan imanınız gevrer (hepsinde var aslında)
Araç veya şöförle alakalı (denizse; gemi,Kaptan ve tayfa) bürokratik ve teknik sıkıntılar çıkar (hastalık, arıza, resmi belgeler vs.)
Konteyneriniz çalınabilir, kırılabilir veya dorseniz aynı şekilde. TIR Karneniz biter son dakka kalırsınız ayazda.
Planda olmayan hava muhalefetleri veya geçiş üklelerinin saçma kısıtlamaları sizi zorlar.
Mailler telefonlar kafanızı şişirir.
Alkol sigara için bkz Gümrük.
Evet uzun oldu biliyorum ama genel itibari ile böyledir. Ayrıca mahkemelik falan olursanız (ki olasıdır olunur illa) işini bilen savcı 3 kişi bulur örgütlü suçlar kapsamına alır 10 seneden başlayan Ağır Cezalık olursunuz.
Ama sosyal iletişiminiz iyi, herkes ile kolay kaynaşıyor ve okumaktan problem çözmekten sıkılmıyorsanız, pratikseniz, 7/24 çalışırım koymaz bana hem stresi seviyorum diyorsanız buyrun hoş geldiniz. Ancak mutlaka yazları Her iş kolunda (yukarıdakiler) çalışın hangisini severseniz ona yönelin kafanız rahat olur. Başarılar :))
(Not: Her hangi bir iş koluna giydirme yapılmamıştır. 15 yıllık yaşanmışlıklardan kalan hatıralar anlatılmıştır. Olaylar; kişilere, firmalara ve dönemlere göre değişiklik gösterebilir. Sonuşta hepimiz aynı gemideyiz onun için kınınıza sahip olun dostlar ;) )
Malumunuz yaz ayları bir kısım insanımız ve gencimiz için yatış bir kısmı için ise stresli bir bekleyiştir. Gerzek bir sınava girilmiş o saçmalık için en güzel zamanlar çoktan seçmeli kitapçığa gömülmüştür. Bir yandan ailenin baskı ve sömürüsü öte tarafta arkadaşlar ve okul baskısı (hepimiz yaşadık ben biraz deli çıktım ondan bir cacık olmadı benden) haliyle saçma sapan daha doğrusu tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz "adı güzel" bölümleri yazıyoruz sonra sosyal medyada ağlıyoruz.
Efenim bu arada "Ne anlatıyor yav Bu?" diyenlere ben neciyim kısa özet vereyim. 1999 yılında Kadıköy Anadolu Tic. Mes. Lisesine girip 2003 te mezun olmuş sonrasında 2 yıllık MYO (meslek yüksek?? okulu)'nu bitirmiş olup Açık Öğretimden İktisat lisansı almış (iktisatçıyım demem bu yüzden genelde) 2014 yılında da Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Yüksek Lisansı yapmış Gümrük Müşavir Yardımcılığı belgesine haiz, son 3 yıldır yurt dışında yerleşik firmanın Türkiye Ülke Temsilcisi ve bağımsız danışmanlık yapmakta olan bir vatan evladıyım. İlk 5 senesi amatörce de olsa 2000 yılından beri Dış Ticaret ve Gümrük sektöründeyim. Buna dayanarak ve sağdan soldan gelen sorulara istinaden kendi iş kolum ile alakalı biraz gevezelik edicem tercih yapacak müstakbel iş ve meslek arkadaşlarıma...
ULUSLARARASI BİŞİ İYİDİR...?
Genelde pek çok üniversitemizde (malum artık bakkaldan çoklar şükür ki) Uluslararası Ticaret, İşletmecilik, Lojistik birde bunların sonunda Yönetim olanları var. Tercih yaparken genelde önce okulun adı sonrasında da bölümün adına bakarız afilli mi diye öyle ise yaz gitsin nasılsa iş buluruz deriz ama kazın ayağı öyle değil :((
İki anımı yazacağım daha net olsun hikaye. İlki Dershanede geçer. Güzel bir kız arkadaşım vardı kızcağız Kadıköy Anadolu (KAL)'dan mezun olacaktı Uluslararası Ticaret (BOUN) yazmak istiyordu. Bende gıcıklık yapıcam ya İthalat ne İhracat ne diye sordum. Cevap yok. İktisat muhasebe göreceksin bilgin ilgin var mı? "yok". E ne alaka dedim hani babadan ağabeyden falan mı? Yok değil adı güzel hem "Uluslararası" bütün dünya ile kontakta olurum falan dedi ama ben diğer soruların cevabını verince sıkıldı biraz. (sen nereden bildin ukala diyenlere o dönemdeki DIŞ TİCARET liselerinin müfredatına bakmaları şiddetle tavsiye olunur)
İkinci örneğim üniversite birinci sınıftan. Efenim dedik ya MYO okudum önce, o zamanlar, işte okulun ilk zamanları Makro İktisat (Makro Mikrodur kısası uyandırayım) hocamız sınıfa geldi. İlk ders bir tanışalım dedi hoca arkasından sordu hepiniz mi Ticaret çıkışlısınız? Bir arkadaşımız hariç hepimiz "Evet" dedik. İktisadın tanımını, temel dönemleri ve sistemleri sordu hocamız. Bizde cevapladık baktı sınıfa " Evet arkadaşlar kitaplarınızın 3.ünitesini açın eğrilerden başlıyoruz döneme. Canım sana da arkadaşların ilk konuları anlatır. Anlatırsınız değil mi gençler arkadaşınıza??" Sınıfça "Tabii hocam"...(anlatan olmuştur sanırım. bana gelip sormadı bende kurcalamadım genelde arkalarda uyukluyordum çünkü :)) )
Uluslararası demek sizin saatsiz yaşayacağınız anlamına gelir ve mutlak suretle teknik donanımınızın iyi olması gerekir. Eğer uzun uzun mevzuat ve uygulama metinleri okumayı sevmiyorsanız, rahatınıza düşkünseniz kaçın kurtarın kendinizi. Hele Uluslararası İlişkiler falan okuyorsanız yandınız bu ülkede diplomatlık yerine genelde ihracat firmalarında dış ticaret mevzuatı ile aşk yaşayacaksınız demektir. O da dil bilmenizden dolayı...(misal Bankacılık Mezunu almaya dikkat etmem diyen Banka CEO'su tanıdım ben. Abiye analitik adam lazımmış. E mevzuat?? Hallederiz. oldu canım)
"GÜMRÜKTEN GÜZEL KAZANILIYORMUŞ!!" "YA PLAZA DA İŞTE KLİMAM VAR TOPUKLU FALAN BAYILIRIM ÖLE GEZMEYE ?! :D :D"
Evet gelelim netameli konuya. E bu bölümlerden mezun olunca ne oluyor? Hayat nasıl bu sektörde??
Gümrük;
Genelde erkek baskındır popülasyonu. Kamyoncusu (Nakliyeci firmalar yani ve şöförleri) ayrı film, Firması ayrı, müşaviri ayrı, kamu tarafı ise bambaşkadır.
Saat zaman kavramı yoktur. Her iş ne hikmetse(??) acildir memleketin tüm dış ticareti sizin dosyada sanabilirsiniz.
Alkol ve sigara tüketiminiz diğer arkadaşlarınıza göre %50 daha fazla olabilir. Kullanmayan daha dini yaşıyorsanız normalden fazla ibadete verebilir ya sabır çekebilirsiniz ...
İlk başta maaş asgari ücret veya az bişi fazlası+yol+yemektir.
Avanta lavanta ilk bir sene beklemeyin önce işi öğrenin sonra kendiliğinden gelir ama şu anki dönem gereği eskisi gibi (80'ler 90'lar) bir yan gelir beklemeyin.
Evi, sosyal hayatı sporu falan unutun.
Kızlarda kibarlığı, bakımı falan unutabilirler bir yerden sonra erkek Fatma olacaksınız iş yaptıramazsınız başka türlü. (yani adınız çıkmasın diye dedim malum TC burası)
Karne sınavları için manyak gibi mevzuat çalışırsınız. Sevdiğiniz spor otomobil size marka model değil tarife tanımı olarak gelir yada içtiğiniz içecek.
Alış veriş yaparken ne güzel kazıklandığımız görürsünüz.
Arada evrak kaybolur, sahadaki elemanın canı sıkılırsa yandınız
He birde sizin için artık renklerin başka anlamları vardır (Kırmızı,yeşil,sarı,mavi arada değişik olsun diye mor falan diyende çıkar yada pembe)
Bir de millet size kalpazan ve kaçakçı muamelesi yapar her daim. Genelde firmalar yüzündendir bu.
Firma;
Tedarikçiniz Çin'de, siz İstanbul'da, müşteriniz iyi ihtimalle AB'de olmadı ABD'de olur abuk sabuk saatlerde konuşursunuz yada mailleşirsiniz.
Daima acaba Nakliyecim/gümrükçüm/tedarikçim beni kandırıyor mu acaba dersiniz.
Bilumum sosyal ortamlarda aklınız çıkamayan ihracat TIR'ınızdadır. Yada imalat durmadan getirilmesi gereken ithal eşyanızdadır.
Sevgiliniz arıza yapar çünkü sabah 8- akşam Allah Kerim'dir çalışma saatleriniz.
Özellikle kızlar hep şıkır fıkır olmalı diye bir kural var plazalarda maaşın çoğu kıyafete gider.
Evrak kayıpları ile boğuşursunuz.
Arada muhasebe (finans departmanı olmuş yeni adı) elemanlarınızla kavga edersiniz ya vergi ya masraf yüzüne.
Arada "Amaaan 2 mail atıyorsunuz yav ne var bunda?? " diyen değişikler olur, klavyeyi yediresiniz gelir.
İlla "acil acil" diye kapınıza gelen bir satın almacı ve Supply Chain Specialist bulunur etrafınızda.(bu arada ikisi de aynı sayılır aslında ama biri daha rakamsal takılır). Bir de bu arkadaş derdini anlatamaz doğru düzgün genelde.
Nakliyeci/Lojistik firması;
Müşteriniz eğer programlı değilse son dakika yüklemesi çıkartır başınıza.
Parsiyel yüklemede kimin ne yüklediğini bilemeyebilir ve adli vaka yaşayabilirsiniz.
Gümrükçü işi geç bitirir sizin TIR geç çıkar firma faturayı size keser.
Mal erken gelirse ve depo kalabalıksa "Nereye koyacam la ben bunları??!!" dersiniz.
Tablo ve arşiv tutmaktan imanınız gevrer (hepsinde var aslında)
Araç veya şöförle alakalı (denizse; gemi,Kaptan ve tayfa) bürokratik ve teknik sıkıntılar çıkar (hastalık, arıza, resmi belgeler vs.)
Konteyneriniz çalınabilir, kırılabilir veya dorseniz aynı şekilde. TIR Karneniz biter son dakka kalırsınız ayazda.
Planda olmayan hava muhalefetleri veya geçiş üklelerinin saçma kısıtlamaları sizi zorlar.
Mailler telefonlar kafanızı şişirir.
Alkol sigara için bkz Gümrük.
Evet uzun oldu biliyorum ama genel itibari ile böyledir. Ayrıca mahkemelik falan olursanız (ki olasıdır olunur illa) işini bilen savcı 3 kişi bulur örgütlü suçlar kapsamına alır 10 seneden başlayan Ağır Cezalık olursunuz.
Ama sosyal iletişiminiz iyi, herkes ile kolay kaynaşıyor ve okumaktan problem çözmekten sıkılmıyorsanız, pratikseniz, 7/24 çalışırım koymaz bana hem stresi seviyorum diyorsanız buyrun hoş geldiniz. Ancak mutlaka yazları Her iş kolunda (yukarıdakiler) çalışın hangisini severseniz ona yönelin kafanız rahat olur. Başarılar :))
(Not: Her hangi bir iş koluna giydirme yapılmamıştır. 15 yıllık yaşanmışlıklardan kalan hatıralar anlatılmıştır. Olaylar; kişilere, firmalara ve dönemlere göre değişiklik gösterebilir. Sonuşta hepimiz aynı gemideyiz onun için kınınıza sahip olun dostlar ;) )
26 Nisan 2015 Pazar
HAYAT GİBİ....
Efenim geçen Cuma (24.04.2015) Ali Atay'ın çektiği, Ertan Saban ve Serkan Keskinin baş rolleri paylaştığı Limonata Filmini izledim. Konu aslında filimle alakalı değil, çok merak eden gitsin izlesin. Hatta etmeyen de izlesin eğer Balkanları, oraların insanlarını, müziğini seviyorsanız ben gibi mutlaka izleyin.
Konu filimin bana hatırlattığı. Hep derdim kendime " ya arkadaş neden balkan müziğini seversin? Tamam sülalen çorba eyvallah da ne alaka?" işte bu filmde o soruya cevap buldum kendimce... Eğer sakin bir düşünürsek neredeyse tüm Balkan menşeli film ve sanatsal yapımlarda hem güleriz hem ağlarız. Hem göbek atarız hemde ağar kasap oynarız belki de Rembekiko oynarız biraz aşağılardansak...
Neden yaparız bunu, çünkü "hayat" aslında oraların müziği gibidir; bazen oynak bazen ağlak, bazen kalabalık bazen yalnız..
Filmi izledikten sonra Facebook'a yazdığımıda buraya aynen geçiriyor ve bana bunları düşündürdükleri, yazdırdıkları için ve hatta yazamadığım (kelime haznem yetmedi be anam bea) tüm konu hakkındaki düşüncelerim için Limonata Film ekibine eyvallah bir dublede size içtim Aga'larım ;)
"Hayat gibi film #LimonataFilm hem acı hem tatlı yada başka değişle adi gibi Limonata tadında. Balkanları sevenler özellikle gitsin güzel bir 2 saat geçirsin..."
Konu filimin bana hatırlattığı. Hep derdim kendime " ya arkadaş neden balkan müziğini seversin? Tamam sülalen çorba eyvallah da ne alaka?" işte bu filmde o soruya cevap buldum kendimce... Eğer sakin bir düşünürsek neredeyse tüm Balkan menşeli film ve sanatsal yapımlarda hem güleriz hem ağlarız. Hem göbek atarız hemde ağar kasap oynarız belki de Rembekiko oynarız biraz aşağılardansak...
Neden yaparız bunu, çünkü "hayat" aslında oraların müziği gibidir; bazen oynak bazen ağlak, bazen kalabalık bazen yalnız..
Filmi izledikten sonra Facebook'a yazdığımıda buraya aynen geçiriyor ve bana bunları düşündürdükleri, yazdırdıkları için ve hatta yazamadığım (kelime haznem yetmedi be anam bea) tüm konu hakkındaki düşüncelerim için Limonata Film ekibine eyvallah bir dublede size içtim Aga'larım ;)
"Hayat gibi film #LimonataFilm hem acı hem tatlı yada başka değişle adi gibi Limonata tadında. Balkanları sevenler özellikle gitsin güzel bir 2 saat geçirsin..."
Etiketler:
ali atay,
balkanlar,
balkans,
ertan saban,
hayat,
limonata,
limonatafilm,
serkan keskin
14 Nisan 2015 Salı
HDP'YE VE DESTEKLEYENLERİNE SELAM OLSUN
Efenim malum seçim dönemine girdik memleketçe hayırlı olsun. 3 vakte kadar kafamızı seçim şarkıları ve boş vaatlerle öpecekler, birileri çıkıp istatistik verecek fal açacak falan filan. Konum bu sefer onlar değil yerel seçimde bilmişlik yapmayı tercih ederim :) Bu yazımda konu Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve onu seven canımız sosyalist ve komünist kardeşlerimiz.
Halk arasında kısaca "solcu" denen yukarıda bahsettiğim kitle bu seçimde büyük oranda HDP'yi destekleyeceğini belirtiyor ve ekliyor mutlaka barajı aşmalılar ki demokrasi olmuş olsun. Peki olsun. Bende isterim seçim barajımız %3 veya %5 olsun benimde gönlümde yatan aslan mecliste beni temsil etsin ama ne acı ki şuanda bu maalesef olmuyor olmayacakta.
Benim takıldığım nokta, malum bu kardeşlik eşitlik vs diyen arkadaşların neden yalnızca bir bölgemizde bulunan halka ( kızmayın Kürt ve Güneydoğu) yönelik talepleri olan, devamlı "devlet bize köstek oluyor" diyen ( ki kaçak elektrik?!!!) bir gruba destek sunuyor? Eğer eşitlikse neden benim vergilerimle benim yaşadığım İl'e değilde başka illere yatırım yapılıyor? Neden ben Kayıp-Kaçak bedeli ödüyorum? Ayrıca "sazdan başkaca bir şey çalmayan" Selocan veya Sırrı Abe'miz neden hiç fabrika kurmaktan, Ağalık sistemini yıkmaktan, kızları okutmaktan, çocuk gelinleri ortadan kaldırmakta, bölgenin turizmini arttırmaktan ve benzeri şeylerden bahsetmiyorlar??? Varsa yoksa Anadilde eğitim, özerklik, Terör hükümlüsü Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması gibi şeyleri savunuyor.
Ayrıca gene sevgi pıtırcığı HDP'yi destekleyenlere sormak isterim, eğer sizi özgürleştirecek ve özgürce siyaset yapmanızı sağlacak ekip neden bir terör hükümlüsünden ve bir dağa çıkmış olan kanun kaçağından emir/icazet almaktadır? Bunu da mı sorgulamıyorsunuz?
Ayrıca MHP faşist ise HDP'de o kadar faşisttir. Neden mi? Çünkü ikisininde önceliği bir Irktır. Aslında baktığınız zaman MHP'de İslam olgusu da yerleşiktir bu yüzden çokta ırkçı sayamayız ne zamanki Tengrizmi/Şamanizmi savunur bak o zaman ırkçı partidir derim şuan için Türkçülük soslu muhafazakar parti derim. HDP ile kıyasa devam edersek HDP'nin durumu daha ciddi yalnızca kendi Kürt olarak tanımlayanlara ve birazda İslam inancından uzak olanlara ses oluyor (HÜDA-PAR var malum aynı bölgede) E o zaman ben eğer ırkçılığa karşı isem ve herkes eşit şekilde devletten yararlansın istiyorsam neden HDP'ye destek vereyim?
Bence bu tamamen sol görüşlü vatandaşlarımızın çok bilgililik (bilmişlik demedim bak) ve egolarından dolayı bölünmüşlüklerinden oluyor. Mesela iki tane Komünist Partimiz var ülke de onlarca fraksiyon... Alfabedeki her harfi kullanıyorlar sanırım ("Ğ" hariç ancak Arapça kökenli kelimelerde kullanıyoruz ). E hal böyle olunca anlaşamıyorlar tek sol söylevli biat eden parti var o zaman ona kayalım diyorlar.
İş bu yukarıda yazdığım sebeplerden dolayı HDP'ye oy vermem verene yukarıdaki hatırlatmalarımı yapar emin misin derim onun dışında saygı çerçevesinde varsa muhabbetimi sürdürürüm. Yeter ki gerçekten Eşitliğin, Kardeşliğin ve Adaletin ne olduğunu unutmayalım. Hepimize mübarek seçimler...
Halk arasında kısaca "solcu" denen yukarıda bahsettiğim kitle bu seçimde büyük oranda HDP'yi destekleyeceğini belirtiyor ve ekliyor mutlaka barajı aşmalılar ki demokrasi olmuş olsun. Peki olsun. Bende isterim seçim barajımız %3 veya %5 olsun benimde gönlümde yatan aslan mecliste beni temsil etsin ama ne acı ki şuanda bu maalesef olmuyor olmayacakta.
Benim takıldığım nokta, malum bu kardeşlik eşitlik vs diyen arkadaşların neden yalnızca bir bölgemizde bulunan halka ( kızmayın Kürt ve Güneydoğu) yönelik talepleri olan, devamlı "devlet bize köstek oluyor" diyen ( ki kaçak elektrik?!!!) bir gruba destek sunuyor? Eğer eşitlikse neden benim vergilerimle benim yaşadığım İl'e değilde başka illere yatırım yapılıyor? Neden ben Kayıp-Kaçak bedeli ödüyorum? Ayrıca "sazdan başkaca bir şey çalmayan" Selocan veya Sırrı Abe'miz neden hiç fabrika kurmaktan, Ağalık sistemini yıkmaktan, kızları okutmaktan, çocuk gelinleri ortadan kaldırmakta, bölgenin turizmini arttırmaktan ve benzeri şeylerden bahsetmiyorlar??? Varsa yoksa Anadilde eğitim, özerklik, Terör hükümlüsü Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması gibi şeyleri savunuyor.
Ayrıca gene sevgi pıtırcığı HDP'yi destekleyenlere sormak isterim, eğer sizi özgürleştirecek ve özgürce siyaset yapmanızı sağlacak ekip neden bir terör hükümlüsünden ve bir dağa çıkmış olan kanun kaçağından emir/icazet almaktadır? Bunu da mı sorgulamıyorsunuz?
Ayrıca MHP faşist ise HDP'de o kadar faşisttir. Neden mi? Çünkü ikisininde önceliği bir Irktır. Aslında baktığınız zaman MHP'de İslam olgusu da yerleşiktir bu yüzden çokta ırkçı sayamayız ne zamanki Tengrizmi/Şamanizmi savunur bak o zaman ırkçı partidir derim şuan için Türkçülük soslu muhafazakar parti derim. HDP ile kıyasa devam edersek HDP'nin durumu daha ciddi yalnızca kendi Kürt olarak tanımlayanlara ve birazda İslam inancından uzak olanlara ses oluyor (HÜDA-PAR var malum aynı bölgede) E o zaman ben eğer ırkçılığa karşı isem ve herkes eşit şekilde devletten yararlansın istiyorsam neden HDP'ye destek vereyim?
Bence bu tamamen sol görüşlü vatandaşlarımızın çok bilgililik (bilmişlik demedim bak) ve egolarından dolayı bölünmüşlüklerinden oluyor. Mesela iki tane Komünist Partimiz var ülke de onlarca fraksiyon... Alfabedeki her harfi kullanıyorlar sanırım ("Ğ" hariç ancak Arapça kökenli kelimelerde kullanıyoruz ). E hal böyle olunca anlaşamıyorlar tek sol söylevli biat eden parti var o zaman ona kayalım diyorlar.
İş bu yukarıda yazdığım sebeplerden dolayı HDP'ye oy vermem verene yukarıdaki hatırlatmalarımı yapar emin misin derim onun dışında saygı çerçevesinde varsa muhabbetimi sürdürürüm. Yeter ki gerçekten Eşitliğin, Kardeşliğin ve Adaletin ne olduğunu unutmayalım. Hepimize mübarek seçimler...
8 Şubat 2015 Pazar
KENDİNİ TÜKETMEK
Bazen hissedersin kendine yaptığını. bünyen yapma der ama içindeki bir taraf yap der inadına yap.
Bilirsin aslında, hissedersin de, içtiğin sigaranın yavaş yavaş ciğerlerini söndürdüğünü
Ve gene hissedersin içtiğin şarabın seni yavaşlattığını, beynini çalışmaza soktuğunu ama yaparsın
Neden bilmez ama yaparsın... Belki İstanbul'un griliğinden belki de iyiliğin kolay kolay karşılık bulmamasından ama yaparsın..
Ancak hissedersin yavaş yavaş kendini tükettiğini.... ve sonunda tükenir gidersin kimsesiz ruhlar diyarına...
Bilirsin aslında, hissedersin de, içtiğin sigaranın yavaş yavaş ciğerlerini söndürdüğünü
Ve gene hissedersin içtiğin şarabın seni yavaşlattığını, beynini çalışmaza soktuğunu ama yaparsın
Neden bilmez ama yaparsın... Belki İstanbul'un griliğinden belki de iyiliğin kolay kolay karşılık bulmamasından ama yaparsın..
Ancak hissedersin yavaş yavaş kendini tükettiğini.... ve sonunda tükenir gidersin kimsesiz ruhlar diyarına...
Etiketler:
İstanbul,
kendini tüketmek,
sigara,
şarap,
şiir
29 Ocak 2015 Perşembe
GEL VATANDAŞ İLETİŞİYORUZ (?!)
evet gene geri geldim sevgili blog sayfam... Bayağıdır sana vuruş yapmamıştım sıkıldım karalamaya geldim hoş geldim ;) Tabi bu yazıda geçenlerde uzun zamandır görmediğim, bir arkadaşımın blogu sorması benimde, yazmak istemediğimi söylemem ve devamında gelişen sohbetimizden esinlendiğimi saklamayacağım ama isim yok selam ederim kendisine ;)
Evet bu yazımı bu aralar çok moda olan ilişki danışmanlığına atıfla ve aşk ilişkileri üzerine gidicem. (gene romantizmim tutu kahve çok geldi sanırım).
Bu aralar nedense TV'ler de, Radyo programlarında, Kitapçılarda, dergilerde ve benzeri bilcümle yayın organlarında yeni çıkmış bir düşünce adamının, özellikle ikili ilişkiler veya iş hayatı için çeşitli hikayeler anlattığı yazınlarını görüyor, izliyoruz. Tabi burada konu uzun yıllarını düşün hayatına veya yazdığı kitabın ana konusu dahilinde anlattığı yaşanmış hikayeleri ve çözümlerini anlatan büyükleri bu konunun dışında tutuyorum.
Ben sinemaya gitmeyi seven, sinema ve tiyatronun gerçek anlamda hayatın aynası olduğuna inanan birisiyim. Her ne kadar ticari diye gitmiş olsak da bu konu için Di Caprio'nun Para Avcısı (The Wolf of Wall Street) filminden bir örnek vereceğim. Leo'nun başlarda hayatı bok gibiyken yanında olan, onunla iş arayan bir karısı vardı. Sonra abimiz bir güzele kapılıp Limo'sun da karısına basılınca işler sarpa sardı. Zorluklara göğüs geren hatunu yolladı yalnızca güzel ve paracı ablayı aldı, sonuç? Sonuç şu; Leo'nun işleri batınca gemiyi ilk terk eden o güzel, çok sevdiği, biricik kızının annesiydi. Bunu neden mi anlattım; alt paragrafa buyrun... ;)
Kızlar, biliyorum şu andakinden daha süper bir hayat istiyorsunuz ama bunun için yalan söylemeye değer mi?? Huyunu suyunu tam beğenmediğiniz adamla parası için gezmeyin sonra en olmadık anda elde çocuk kala kalırsınız(yukarda ördek var bakarsın canım). E bize bişi yok mu; var. Kendimizi olmadığımız paramızla kendimizi bir şey sandığımızda yalnızca ücreti mukabili güler yüz buluruz, sonra da moda olduğu üzere bir video çeker intihar edersiniz...!(etme)
E başlıkla ne alaka diyenlere, az dur yazıyorum anacım...
Aslında bizim temel sorunumuz 1- Bu topraklardaki hazineyi kullanmayışımız. Halbuki ne çokları var değil mi? zırt pırt laflarını paylaşıyoruz Mevlana gibi Yunus gibi... Peki bunları inceledik okuduk bitti mi ki sair kaynağa geldik? 2- Cezalandırma yerine arada dinleyelim. Malum iletişim iki kişiliktir eğer dinlemezsek kendimizi anlatamayız. E bunları yaparsak yanı eskilerin deyimi ile; " Gırtlak dokuz boğumdur, sekizi yutulup biri söylersek hem sevgilimizle az kavga ederiz, kafamız rahat olur hemde şefle veya patronla az kapışcamız için kovulma imkanımız da azalır.
E şimdilik bu kadar yeni iç dökmelerde görüşmek üzere selamlar saygılarrr...
Dip not: Kızlar bir de hani bazen dersiniz ya "ya hep bize kötü kadın muamelesi yapıoolar pis irkekler" he onun denmemesi için maneviyatı önde tutun kapiş ;)
Evet bu yazımı bu aralar çok moda olan ilişki danışmanlığına atıfla ve aşk ilişkileri üzerine gidicem. (gene romantizmim tutu kahve çok geldi sanırım).
Bu aralar nedense TV'ler de, Radyo programlarında, Kitapçılarda, dergilerde ve benzeri bilcümle yayın organlarında yeni çıkmış bir düşünce adamının, özellikle ikili ilişkiler veya iş hayatı için çeşitli hikayeler anlattığı yazınlarını görüyor, izliyoruz. Tabi burada konu uzun yıllarını düşün hayatına veya yazdığı kitabın ana konusu dahilinde anlattığı yaşanmış hikayeleri ve çözümlerini anlatan büyükleri bu konunun dışında tutuyorum.
Ben sinemaya gitmeyi seven, sinema ve tiyatronun gerçek anlamda hayatın aynası olduğuna inanan birisiyim. Her ne kadar ticari diye gitmiş olsak da bu konu için Di Caprio'nun Para Avcısı (The Wolf of Wall Street) filminden bir örnek vereceğim. Leo'nun başlarda hayatı bok gibiyken yanında olan, onunla iş arayan bir karısı vardı. Sonra abimiz bir güzele kapılıp Limo'sun da karısına basılınca işler sarpa sardı. Zorluklara göğüs geren hatunu yolladı yalnızca güzel ve paracı ablayı aldı, sonuç? Sonuç şu; Leo'nun işleri batınca gemiyi ilk terk eden o güzel, çok sevdiği, biricik kızının annesiydi. Bunu neden mi anlattım; alt paragrafa buyrun... ;)
Kızlar, biliyorum şu andakinden daha süper bir hayat istiyorsunuz ama bunun için yalan söylemeye değer mi?? Huyunu suyunu tam beğenmediğiniz adamla parası için gezmeyin sonra en olmadık anda elde çocuk kala kalırsınız(yukarda ördek var bakarsın canım). E bize bişi yok mu; var. Kendimizi olmadığımız paramızla kendimizi bir şey sandığımızda yalnızca ücreti mukabili güler yüz buluruz, sonra da moda olduğu üzere bir video çeker intihar edersiniz...!(etme)
E başlıkla ne alaka diyenlere, az dur yazıyorum anacım...
Aslında bizim temel sorunumuz 1- Bu topraklardaki hazineyi kullanmayışımız. Halbuki ne çokları var değil mi? zırt pırt laflarını paylaşıyoruz Mevlana gibi Yunus gibi... Peki bunları inceledik okuduk bitti mi ki sair kaynağa geldik? 2- Cezalandırma yerine arada dinleyelim. Malum iletişim iki kişiliktir eğer dinlemezsek kendimizi anlatamayız. E bunları yaparsak yanı eskilerin deyimi ile; " Gırtlak dokuz boğumdur, sekizi yutulup biri söylersek hem sevgilimizle az kavga ederiz, kafamız rahat olur hemde şefle veya patronla az kapışcamız için kovulma imkanımız da azalır.
E şimdilik bu kadar yeni iç dökmelerde görüşmek üzere selamlar saygılarrr...
Dip not: Kızlar bir de hani bazen dersiniz ya "ya hep bize kötü kadın muamelesi yapıoolar pis irkekler" he onun denmemesi için maneviyatı önde tutun kapiş ;)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)