18 Aralık 2012 Salı

GÜVEN ÜZERİNE DENEME

Güven. Doğru. Açık sözlü olmak. İlişki. Münasebet. Malum olmak. bu böyle uzar belki ancak bugünkü yazım ilk kelime ve anlamıyla alakalı. Bazen ne kadar açık sözlü olursak olalım karşımızdakini inandıramayız dediklerimize yaptıklarımıza. Birde üstüne salak muamelesi görürüz internette bize kolay ulaşılıyor diye. aynı şekilde biz; e arkadaş senin neden varlığına net ortamında ulaşamıyoruz yok musun sen? Yada neden sana güveneyim?" diye kaza ile sorduğumuz da genelde geçiştirme cevaplar veya ben o baktığın yerlerde yokum, özel hayat vs vs. şeklinde cevaplar verirler.

Başa güvene dönersek. Mesleğim ve şuan aldığım eğitimden bildiğim dünya ticareti ve yaşamımız güven üzerine kuruludur. Eğer güven duygumuz sarsılırsa paranoyaklıklara başlarız yada hayat komple durur yani ölürüz... E tabi bu sarsıntıya yalnızca nette olmamız değil bazende X lokasyondayım deyip orada olmamamız - ki genelde millet bana bunu der sonra kaza ile baskın yer :)) - bu tür davranışları yapan arkadaşlar yapmayın komik oluyorsunuz. Yada illa yapacaksanız eleştirmeyin karşınızdakini bir zahmet.

Tabi aslında burada etkin olan insanın kendisine saygısı bazen de gerçekten karşısındakini kırmak istememesi. Ancak unuttuğumuz bir şey var ( belki Don Kişot'luk denebilir ) gerçek ne kadar acı olsa da onu karşındakine söylemek gerçekten erdemli bir davranıştır tabi gösterebilene.

PS: Geçen gün bir arkadaşım tivt atmıştı " neden az okuyanlar çok yazar" gibisinden. Çok okuyan insan belki kendini geliştiri başka düşünceleri bilir ve kendine yakın düşünen birilerini bulur ve dolayısıyla yazmaktan kaçınır tekrar edeceğini düşünerek. Ancak her insan ayrı bir dünya ayrı bir hikayedir ve bakış açısıdır onun için yazalım hem okuyalım hem yazalım.

27 Kasım 2012 Salı

ÇALIŞMAK HAKKINDA

İstemek, çalışmak, umut etmek, yenilmek ve tabi ders çıkarıp kazanmak yada inanmak, sabır etmek, dilemek, kanaat etmek ve şükretmek. Her iki kelimeler zinciri de aslında aynı şeyi anlatıyor sadece farkları; ilki modern zaman guruları " yaşam koçları"nın ağzından diğeri ise bilmem kaç yüz yıllık sufi veya dini inanç sisteminin polyannacılığı.

İnsanoğlu hangisine yakın hissediyorsa ona inanıp ona göre hareket ediyor. Ve mutlu huzurlu oluyor. Peki bu gerçekten istediğimiz mi? Gerçekten inançla sabretmek veya durmadan çalışmak veyahut inançla durmadan sabırla çalışmak, gerçekten bizi mutlu ediyor mu yani gerçekten tatmin oluyor muyuz?

Peki ya bütün bu çabalarımız gerçekten bir hiç içinse?! Neye göre kime göre kendimizi ölçeceğiz hatta biraz daha abartırsak neden ve ne için ölçeceğiz? Peki hep biz artıdaysak ve başkaları eksideyse bize göre, biz mi daha iyiyiz onlar mı kötü yoksa onların tarafından bakınca tam tersi mi? Hiç olmadı mı size, hep çok çalıştığınızı düşünüpte aslında yerinde kaldığınız söylendiği. Nedir bunun tarafsız ölçeği?

Evet nedir gerçek olan, çok inançlıların Tanrısı mı yoksa Tanrısal değil enrjisel bir güce inanların "Enerji Tanrısı" mı, yoksa bizim kendi kurgumuz mu bunları yaptıran? Evet hep çalışıyoruz hep çalışıyoruz umuyoruz sabrediyoruz vs vs sonuç?! Kendi adıma süper tatmin edici değil daha iyi örnekleri var. O zaman iki tarafa da soruyorum bu büyük senaristin benle derdi ne? Genelde cevap aynı " bekle zaman ".  Veya " haklısın vb." E o zaman neden diğerlerine de aynısı olmaz?

Veya başka sorun; anlatmaya çalışırsınız ne yaptığınızı herkese, ama nedense o anlattıklarınız size hep ya o da bir şey mi bakışıyla bakar ve gene inandıramazsınız. Neticede kendinizi kağıt mendilden bile lüzümsüz hissedersiniz bu fani dünyada.

Galiba onun için çalışmalı, yorulmalı, zorlanmalı ama netice hep eğlenmeliyiz. O zaman çalışalım, menşeimizin neresi olduğunu unutmadan yeni limanlara yelken açmak içi, korkularımızdan ve miskinliklerimizden silkinerek samimice çabalayalım ve kazanalım...

23 Kasım 2012 Cuma

BEĞENİ ÜZERİNE

Dün bir diyalog yaşadım beğeni ve algı üzerine. bir yerde şunu anladım, hatta dayanamadım tivit bile attım; "Hep merak etmişimdir devamli mutsuz ve elestiren insanlarin derdi nedir?ve tanri neden o kadar akıllının yanına biz salakları yaratmiştir?" diye. Sonra yapmamam gereken bir şey yaptım, evet yaptım düşündüm. Şöyle bir çepeçevre çevremdekilere baktım, gerçekten mutsuz olan insanlar hiç bir şey beğenmiyorlar. Hatta babamın bana dediği lafı bile hatırladım, bir lokantadaydık servise kıl olmuştum sonrasında baktı güldü. " sende bana çekmişin beğenmiyorsun, sende mutlu olamıcaksın." dedi. Neden dedi bunu?

Negatiftim çünkü. Hani yeni akımlardaki " modern veya realistik poliyannacılık" değildi yaptığım düz beyaz siyahtı her zamanki gibi. Peki beğenmediğimiz veya bize göre salakça olan şeyi neye göre yargılıyoruz. Misal Yemediğimiz bir yemek hakkında neden yorum yaparız. Önce denemek gerekmez mi? e peki ya ölürsek yada hastalanırsak o da risk. Risk=Kâr diye  anlatırlar İşletme derslerinde. Peki ya Deneyim= Hatalarımızın toplamı değil midir? Peki o zaman hayasızca eleştiri nedir?

TV başında pijamayla yorum yapmak kolay ya icraat?? İşte milletçe orda tıkanıyoruz. e malum 80 sonrası biz çiçek çocuklar olduk etsiz sütsüz türünden ( malum et ve süt protein içerir o da zekayı geliştirir.)  hal böle olunca biraz fazla proteinli arkadaşlar laf sölerler. Aslında haklıdırlar sadece farkında değildirler bir kümeste yaşadıklarının. Ayrıca ona buna laf çakara işi ilginç yer altı örgütlerine vs atarak yada o torpilli aabii'ye atmadan belki çalışsalar çabalasalar ve değişik yuerlere gidip kendinden kötü ve zor durumdakileri görseler belki değişirler. Tabi bunların hepsi varsayım o da ayrı.Çünkü bana göre bu modeller korkaktırlar bir türlü ben buyum diyip posta koyamazlar. ama insan sosyal bir hayvandır bunu unuturlar.

neyse bu akşamlık bu kadar yeter konuyu dağattım sıcağı sıcağına yazmak, belkide sakin düşünüp edebi yazmak lazım ama malum ben o model değilim. Bitirişi sevdiğim bir filimden güzel bir pasajla yapıyorum selametle...

http://www.youtube.com/watch?v=3ahEUyRaad8 (.56-1.10 arası) ( değişiklik iki taraflı olursa güzel olur yoksa bir tarafın - beğendiğiniz tarafın - ölmesi demektir.)


24 Ekim 2012 Çarşamba

Tanrı Mavisi

aradım taradım edecek laf ama bulamadım.
eşraftan ne laf ebesi olduğumu söylerler ama kaldım anlatamadım halimi.
hiç beklenmeyen bir anda Tanrının suyundan, O suyun renginde, saflığında olan bakışından anladım aslında
deniz gibi, dere gibi Tanrının bana, beni yaşatmak için gönderdiği olduğunu.
ancak o mavilikte fırtınalar kopunca anladım aslında, buyuk yelkenlerim olsa da Tanrının gücüyle                      uğraşamazdım ama o mavi bana öfkelense de aslında hep beni korudu kolladı.
Ve sonunda Tanrıya dedimki " İyiki o Maviyi bulma şansını bana verdin."

TEŞEKKÜRLER...! "T"anrı Ve "M"avisine

4 Ağustos 2012 Cumartesi

şiirimsi veya dizemsi işte öyle bişey

ve bitti...
masal mı rüya mı her neyse bitti
bir karanlık uzun yolda gitti. Anladık ki bu gidişten,
biz olmadığını sandıklarımız aslında biz oluyoruz
filim dediğimiz biziz aslında yalnızca korkak bir kopya olan
marifet kopya da değil asılda
asılda ancak; düşerek, yanarak, acıyarak ve acıtarak kendi olur kopya
bir filim dizesi gibiydik başladık ve bitiyoruz.

karanlık yolumuzda gidiyoruz bir başımıza
aslında yalnız değilmiş gibiyiz ama...

İLLÜZYON

İllüzyon. Nedir aslında illüzyon? Göz bağcılığı da denir kendisine. Aslında hayatın kendisidir illüzyon. Neden mi? Çünkü daima bir giz vardır hayatta ve hayatımızda. Aslında olmadığımız gibi davranırız belkide olmak istediğimiz gibi... Hani yaparız ya bazen seviyormuş gibi veyahut beğeniyormuş gibi ve karşımızdaki inanır - belki mış gibi yapar- işte o an hepimiz birer Hudini oluruz. Hepimiz dünyanın en süper göz bağcısı oluruz.

Aslında hayatın belki de gerçeği bu. Eğer bizler görmek istediklerimizi görmesek, inanmak istemediklerimize inanmasak kim bilir belkide her şey daha kötü olurdu?! Düşünsene inanmışsın sevildiğine yada başarılı olduğuna ama aslında yalan olmamışsın sevilmemişsin asla düşlediğin gibi. Veya Kim bilir kaç kere yalan söyledin o kızı veya oğlanı ayartmak için, kaç tane aşk şiiri yazdın bir düşün aslında hepsi yalan bir göz bağı yani illüzyon.

Evet yaşıyoruz gerçek hayatlarımızı amma hep illüzyonla yoksa neden tımarhaneler bu kadar boş ve sakin olsun ki neden?!?...

22 Temmuz 2012 Pazar

RTUK, TBMM BAŞKANLIĞI VE SİYASİ PARTİLERE AÇIK YAZI

"Dün estiler RTÜK'e aşağıda maili attım (rtuk@rtuk.gov.tr adresine) - napalım Bilgi edinme yasasından faydalamıyormuşuz sayfası açılmadı- bakalım dönüş olacak mı? Buraya metni aynen aktarıyorum ve Twitter dan Meclis'deki partilere tivitlicem bakalım ne olacak merak içindeyim ?! Hadi hayırlısı"


Sayın yetkili,

21.Temmuz.2012 tarihinde yaşağıda yazılı sorularımı Bilgi Edinme Yasası kapsamında web sitenizden sormaya çalıştım ancak sistem hatası verdi. Bu yüzden Aşağıdaki Sorularıma Bilgi Edinme Yasası kapsamında cevaplandırılmasını ve ilgili evrakların tarafıma elektronik posta yoluyla iletilmesini saygılarımla arz ederim.



Star Televizyonunda yayınlanmakta olan Behzat Ç. Bir Ankara polisiyesi isimli dizi için devamlı surette mevzuatınıza uygun şekilde cezalar vermektesiniz. Bu durumu göz önüne alarak aşağıda yazılı programlar için her hangi bir yasal yaptırım uyguladınız mı? Uygulandı ise ne zaman, hangi kararlar ile. Uygulanmadı ise sebebini tarafıma bildirmenizi rica ederim.
 
1- TC Başbakanı R. Tayyip Erdoğan'ın miting ve çeşitli parti organizasyonlarında yaptığı "mahalle ağzı" konuşmaları için metin yazarlarına,
 
2- Samanyolu, Kanal 7 gibi muhafazakar insanlarımızın izlediği kanallar yayınlanan paranormal aktiviteler ile ilgili yayınlanan programların çocuk ve gençler için uygunluğu,
 
3- Hemen hemen tüm TV kanallarında gündüz ve haber öncesi kuşağında yayınlanan kadınlara yönelik olduğu söylenen genellikle Türk toplumunun yapısına uymayacak şekilde - pek çok insanın ailesinden bile sakladığı çirkinlikte olaylar- yaşananlar açıkça ekranlarda çok seviyesizce gösterilmekte ve bunları genelde 0-6 yaş arası çocuklar anneleri ile izlemekte olduklarından bu programlara yaptırım uygulanmış mıdır?
 
4- Evlendirme programları aslında zamana uydurulmuş muhabbet tellallığı kapsamına girmiyor mu? Ayrıca bu programlar sırasında/sonrasında ciddi kriminal olaylar yaşanmakta bunları göz önüne alıp yaptırım uygulanıyor mu?
 
5- neden belgeselleri ceza olarak veriyorsunuz?
 
6- Kurtlar vadisi, Aşkı memnu, Kavak yelleri vb. dizilere neden bu denli baskı uygulanmadı?" 

14 Haziran 2012 Perşembe

İSTANBUL YEREL YÖNETİMİ VE MİLLET VEKİLLERİNE AÇIK MEKTUP

malum seçimlerde en fazla vekil İstanbul'dan seçiliyor. Yalnız seçim yasası gereği hiç birimiz bu vekilleri tanımıyoruz. Ne muhalefet ne de iktidar partileri bunun değişmesi için bu zamana kadar bir şeyler yaptı. Hep anayasa değiştirelim, yok olmadı dizilere takalım o da mı kesmedi dur interneti falan yasaklayalım konularında cebelleşiyorlar ( CHP,MHP,BDP,AKP - sıralama muhalefet>iktidar olarak yapıldı- nedense demokrasi için hiç biri bir şey yapmıyor). Neyse konum Meclisin çalışma şekli veya adı geçen siyasi partilerin siyasi tutumu değil üzerinde yaşadığım şehir.

ailem yaklaşık 100 (yazıyla YÜZ#) yıldır, her ne kadar kütük başka vilayette olsa da,  İstanbul'da yaşıyor. Gündelik siyasetin içerisin de İstanbula yapılanlar atlanıyor gibi geliyor bana. Değerli vekiller ve yerel yöneticiler, Allah aşkına hiç bu ilde neler yapılıyor ne ediliyor diye sorguluyor musunuz kendinizi? Mesela ben neden İstanbul 1. Bölge vekillerini tanımıyorum ( Başbakan hariç!!??) ? mesela vekillerimiz gelip sorunlarımızı dinliyorlar mı? Bana hiç denk gelmedi açıkçası. Ya da sözüm ona bağımsız vekillerimiz vardı BDP den vekil oldular malum İstanbul'dan seçilip neden G.Doğu Anadolu sorunuyla uğraşır ki insan. Mardin mebusu İstanbul'un trafik sorununu ne derece düşünür. Yada daha doğrusu o şehirlerde yaşan insanların ne kadar umurunda olur burada ki kapkaç sorunu?!

Neyse konuyu dağatmıyım. özetle aşağıdaki sorularıma yanıt verecek vekil var mıdır merak ediyorum, özelliklede çok demokrat olduğunu söyleyen halka çalışıyoruz diyen vekillerden ( sanırım hepsi ;) )

1- Hiç 80niz birden İstanbul'a gelip seçim bölgelerinizdeki ve diğer bölgelerdeki insanlarla görüştünüz mü?
2- Mecliste İstanbul'da oluşan rantiyeler ile alakalı görüşmeler yaptınız mı?
3- Anakent belediyesi neden denizciliği yaygınlaştırmak istemiyor sebep sadece maliyet mi?
4- İstanbul'a göçü engelleme için nasıl projeleriniz var?
5- Boğazdan geçerken ( arada sırada gezmeye falan geliyorlardır) boğazın görünümü hoşunuza gidiyor mu? Beton çokluğu gözünüzü yormuyor mu?
6- Güzel güzel pek çok proje yapılıyor peki bunların ulaşım alt yapısı hazırlanıyor mu? İlla büyük deprem olunca mı düzenleme yapılacak?!

BEHZAT Ç. - BİR ANKARA POLİSİYESİ - HAKKINDA

Bir ben kaldım sanırım yazmayan bu dizi hakkında. Her yerde her zaman bir dolu şey okuyorum diziyle alakalı. Öncelikle eser sahibi Emrah Serbes ve senarist Ercan Mehmet Erdem' e güzel hikaye ve karakterler için teşekkürler.

Her şeyden önce aslında bu dizi(hikaye) benim için tam anlamıyla bir polisiye değil, daha çok mesleği polislik olan bir adamın sorunlu hikayesi. Bu karakter belki doktor belki mühendis olabilirdi. Ancak polis olması - ki bence zor meslektir her ne kadar bazı davranışlarına uyuz olsam da (aslında emniyete yazabilirim) !! - özellikle de cinayetçi olması adamı komple sorunlu psikolojisi bozuk bir insana dönüştürüyor.

Ayrıca malum hani RTÜK ceza kesiyor ya alkol, küfür vs diyerek, e iyide ben 14 yaşımdan beri bilinçli alkol tüketicisiyim bana ilk içkimi babam içirdi, o ne olacak? Yada hepimiz açıkta satılan sigaraları gördük küçükken kaç kişi " aa bu Salem'in paketi ne güzelmiş hadi içeyim." diyipte sigaraya başladı ?! Pek çok polis - hatta neredeyse herkes - yoğun ve stresli bir mesaiden sonra bir şekilde kafa dağıtmak ister, işte bu ekipte onu yapıyor he belki kimisine göre fazla ama adamların ciğeri sağlam kardeşim ;)

Gelelim RTÜK hazretlerine. Değerli Kurul üyeleri, tamam anlıyorum gençler alkolik olmasın küfürlü konuşmasın aklı başında düzgün insanlar olsun istiyorsunuz. Haklısınız bende serseri bir gençlik istemem hepimiz kibar efendi insanlar olalım ancak, babalarınızın, annelerinizin velhasılı kelam bilcümle büyüklerinizin sizinle konuşmalarını genelde lanlı lunluydu değil mi? Hmm demek ki bizim toplumumuzda konuşma dili biraz kaba saba. ( AMK diye gazete çıkarıldı amma ne ise ;) )

Ayrıca ben küçükken hatırlarım, böyle orta okul çağlarında falandım gündüz kuşağındaki programlarda doktorlar falan çıkar hastalıklardan konuşurlardı, yemek tarifi veya el işi programları olurdu. Kimse kimseye abzürd aşk hayatını anlatmazdı. eğer ceza veya yasak getirecekseniz onlara getirin.

Bir diğer husus ise diziyle alakalı siyasi konuları işlemesi. Eleştirenler genelde diyorlar ki " ya arkadaş bu dizi polisleri iyi gösteriyor." veya "arkadaşlarınız gösterilerde dayak yerken kötü dediğiniz adam TV'de dayak atınca alkışlıyorsunuz manyak mısınız?" E cavap verelim, kendi adıma evet hafif derece manyağım :). Ey eleştiren yurdum eleştiri kuvvetleri bu ülkede bunları gösteren başka bir ( abzürt komedi tadında KARAKOL dizisi belki ) dizi var mı? Diğer polis dizilerindeki hayat çok mu normal? hayatın kendisi bu dizi onun için izliyoruz.

Ez cümle; lütfen karışmayın ve yayınlayın, yayınlayın ki gerçekten ileri demokraside yaşadığımızı düşünelim.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

İNSAN ÇEŞİTLEMESİ

Anlamıyorum insanları yada ben yanlış formatlandım Tanrı tarafından?! Neden yanar dönerdir neden derdini açıkça söyleyemezler efenim bu bazı arkadaşlar? Neden aniden huy değiştirirler? Bu acaba astrolojiyle mi alakalıdır yoksa kendilerine GÜVENSİZLİKleriyle mi, yoksa karşılarındakine güvensizlikleri mi?

Mesela bir model vardır bunun cinsiyeti olmaz her iki cinste de kabili mevcuttur. Bir unvan veya kazanım için yapmayacakları şey yoktur. Sorduğunda " İnsan su gibi olmalı girdiği kabın şeklini almalı" derler. Bende sorarım "ya peki karakter? Haysiyet onur??" Cevap gelir " E iyide onlarla aç karnımı - olmadı egomu - doyuramam ki!!" Bende cevap veririm " Allah'ın selameti üstüne olsun güzel kardeşim" tabi genelde bunu anlamazlar ama olsun selamet verince uzakta kalıyorlar genelde!!

Birde bunun dişil versiyonu vardır. Ablacım bir türlü ne yapacağına karar veremez. Gel dersin kaçar sallamazsın kıvranır. E güzelim buyur gel yorma kendini de beni de. Yok nedense illa bir numunelik yapacaktır. Bu sefer suçlanınca genel anlamda bozuk atarlar. Çünkü dersinki; demek ki başka sebeplerden benle yakınlık kurmuşsun - evden alma eve bırakma vs.-, e güzelim o zaman senin beğenmediğin o kızlardan ne farkın kaldı? A pardon kulağına bir şeyler mi fısıldadılar?! E gel söyle belki yalan... Anlamadım çıkarın mı var yoksa?! Hah anladım çıkar ilişkisi..

Ez cümle. Ne istediğini bilmeyen yanar döner kızlar vede erkekler - ki özellikle kızlar- sağdan gidiniz cüzdan bulursunuz belki...! Selametle

( Yazarın KENDİNE notu: Birader bu sağdan gidenleri hayatından çıkar. Çünkü sen Tanrının lanetlediği iki yüzlü sefillerden değilsin ve onlarla olamazsın!)

1 Mayıs 2012 Salı

HAYAT

Hayat... hep yazılmıştır hakkında bir şeyler ne gariptir hepte yazılacak. Hani benzetmişler ya, hayatı bir tiyatro oyununa, aslında doğru oyun gibidir yaşadıklarımız. Nedense hep oynarız bir şeyleri hep başkasıymışız gibi yaparız yada... Hayat bize süprizler yaşatır hiç olmaz dediklerimizi oldurur. Kaybettiklerimizi buldurur bazense bulduklarımızı kaybettirir ki kendisinin ve kaybettiklerimizin anlamını anlayalım.

Küçük bir komün içindeyizdir, aslında yaşarken bu hayatı mutlu, belki mesut belki değil. Orada buluruz arkadaşlarımızı dostlarımızı belkide hayat arkadaşlarımızı. Ve fakat bazen kırılmalar yaşarız yalanlar riyalar ortaya çıkar kendimizi güvende hissettiğimiz liman bir anda yok olur ve yeniden ve aniden çırılçıplak dalgalar arasında kalırız hiç savunmasızca.

Bazense hayır olmaz dediklerimiz olur daha doğrusu yaparız. Çünkü bizler basit var edilmiş insanlarızdır günahlarımız ve sevaplarımızla, çünkü isteriz ki her şeyi biz istemiş olalım.

İşte bütün bunları yaşatandır bize hayat budur onun şovu başka bir şey değil. İyisiyle kötüsüyle, siyahıyla beyazıyla hayat budur yalnızca bir an... Keyfini çıkaralım kırmayalım başkalarını yazıktır.! Keyif alalım yazıktır kendimize.

5 Nisan 2012 Perşembe

ACABA???

Aslında bunu yazıp yazmamayı düşündüm. nedeni basit çünkü kelimeleri ve hikayeyi toparlayamıyordum. nedenler niçinler hiç aklımdan çıkmıyor gibiydi. Aslında ilk soru neden böyleyim olmalı sanırım. Neden ne yaptığını hem düşünen hemde düşünmeyen birisiyimdir? Neden sebep sonuç ilişkisini hep kayıplar üzerine kurarız? Acaba gerçekten inandığımız yaratıcı varlık mı bize bunu söylüyor yoksa kendi içimizdeki egomuz mu??

Aslında nelere katlanırız değil mi, ne fedakarlıklar yaparız bazı kazanımları elde etmek için. Peki ya onları kaybetmek... Düşünelim, küçüğüz uçan bir balon aldırmak için annemize ağlamışız, sızlanmışız belki de maymunluk yapmışız.. Sonra bir anda, acaba ipi gevşetince ne olur diyoruz... vee işte mutlak son balon gidiyor. İşte kazandıklarımızı kaybetmekte bu kadar kolaydır.

bir anlık boşluk bir anlık dalgınlık veya boş vermişlik kafidir kaybetmek için. yeter ki başarmak istediğimiz şeyi gerçekten isteyelim....

DOSTLUK,KARDEŞLİK, ARKADAŞLIK, ŞEHİR VS VS...

Bugün vapur da iki yaka arasında gezerken fark ettim aslında çok uzun zamandır benim ve herkesin malumu olanı. Hani hep deriz ya şehir insanları yani bizler aslında kalabalıklar içinde yaşayan yalnız ruhlarızdır diye, hemen hemen buna yakın bir şeyi yeniden hatırladım.

Pek çok kişi değil tabi ama aramızda kan bağı olmayan bazı kişilere - kız veya erkek fark etmeksizin - "kardeşim" deriz. Bu kelimenin benim için anlamı başkadır. Artık günümüzde özellikle, akranlarım "dostum, aşkım, kardeşim" gibi kelimeleri sadece birer "Hey gel sene kanka" kıvamında getiriyorlar. Ancak olay benim için böyle değil. Bu kelimeyi kullandığım kişiler gerçekten kardeşim gibi gördüklerimdir ve sınırlı sayıdadırlar.

Sanırım bu kadar detaydan sonra konun özüne dönmeliyim. O insanları bile aramadığımı hatta biraz daha genişletirsek artık doğru düzgün kimsenin iş çıkışı yada okul çıkışı 3-5 arkadaşı ile bir araya gelmesi olanaksızlaşıyor. Bu acaba canavar kapitalist düzenin mi yoksa pek romantik şehir hayatının mı etkisi yoksa kölesi olduğumuz teknolojini mi? Bence hepsi bir arada ama en çok iş hayatı sanırım.

Düşünsenize günün kaç saati iş yerimizde geçiyor? Tabi aramızda şanslı olanlarımız var.. :) ancak sınırlı sayıdalar adeta toplumun zengin kesimi olan %1'i gibi... Çoğumuz yüksek ateşle yorgan döşek yatması gerekirken çalışan insanları düşününce... Hıh sanırım olmayacak bir hayal bu.

Ezcümle, her ne olursa olsun, dostum dediklerimizi, kardeşim dediklerimizi sadece bayramlarda değil arada sırada daha sık arayalım. Onlar ailelerimizle paylaşamadıklarımızla bazen kavgalarımızda bazen aşk acılarımızda bizle oldular. İnsan daima insana muhtaçtır ve unutmayalım medeniyet sadece rahat hayatlar ilginç ilişkiler değildir. Medeniyet insanların birbirlerini kırmadan selamlaştıkları dostluğun kardeşliğin olduğu yerlerdir.

21 Mart 2012 Çarşamba

LOOSER

Geçende bir gün her zamanki gibi gezmekteydim. Yalnız bu sefer yanımda bir kız ve bir erkek arkadaşım vardı. Erkek arkadaşım benimle aynı kafada. Gezme tozma işinde "şu ahir ömür"de -dizi aralarına giren reklamlardan hallice olan zamanda- hayattan zevk almayı eğlenmeyi seven bir arkadaşım. Kız arkadaşımsa biraz daha bize göre "tribal" takılmayan bazı meşguliyetleri olan kıyasla belki daha ciddi sayılabilecek bir arkadaşım.

Arabada muhabbet bir yerden sonra yaşam tarzına döndü, arkama dikizden bakıp erkek arkadaşıma," gel nargile gidelim fasıla Ege'ye gidelim napıyoruz burada" dedim. O da "gidelim olmadı Olimpos'a gidelim" dedi. Sonradan kız arkadaşımız hemen müdahil oldu ve sordu, "- nedir bu erkeklerdeki kaybedenler kulübü ve ıssız adam takıntısı iyi ki bu iki film çekildi nedir bu özentiniz" dedi.

O an biraz mavra biraz gerçek cevaplar verdik konu kapandı. Ancak bir iki gün önce konuşma aklıma geldi ve sanırım cevabı buldum. Sanırım o kadar büyük bir kalabalığın içindeyiz ve hep hedefteki için başkalarına benzemeye çalışıyoruz ki bu sebepten kendimizi yalnız ve ıssız adamlara benzetiyoruz. Çünkü değer verdiklerimiz bize bizlerin onlara verdiklerinin yüzde biri kadar bile değer ve saygı vermiyor.

İşte bunun için "looser" oluyoruz, birilerine olmadığımız kendimizi beğendirdiğimizden...

7 Şubat 2012 Salı

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.



ATİLLA İLHAN'ın sevdiğim bir şiiridir. bir de bunu koyayım dedim bugün.

ELHAMDÜLİLLAH ATEİSTİZ..!

E malum Bir haftadır Başbakanımız Tayyip Bey önemli bir konuya parmak bastı. Gençlerimizin gelecekte nasıl olması gerektiği hususun da açıklamalar yaptı. Bununla ilgili bir şeyler karaladım bende olabildiğince taraflı ama tarafsız bir şekilde yazmaya çalışacağım.

Aslında baktığınızda bir ülkenin başbakanının gençlerinin nasıl olması konusunda bir fikri olması gerekir ve bunları yapması gerekir.Ancak bunu insanların inançları üzerinden yapmamalı. Tabi ki gençlerin madde bağımlısı ( RTE' nin Tinerci lafında sanırım anlatmak istediği bu ) olmasını, durduk yerde diğer vatandaşlara saldırmasını, onlara kötü davranmasını istemez. Ancak "Biz dindar bir nesil yetiştiricez" demeside yanlıştır.

Devamlı AKP ve Başbakanın bahsettiği "İleri Demokrasi" de inançlar politize edilmez veya edilse dahi saygı çerçevesinde yaklaşılır senin inancından olmayanlara. Başbakan belki farkında belki değil yanındaki "demokrat muhafazakar" ve liberal insanlarda farkına varıyorlar, en başlarda korkulan AKP geldi algısı yerleşmeye başladı. Eğer Başbakan dediği gibi demokratsa dindar olarak sadece Sunni Müslümanları değil, TC vatandaşı olan tüm inançlarda ki insanlara rahatlıklar sağlamalıdır. Kaldı ki o beğenmediği "tinerci" gençler dinsizlikten değil parasızlık tan yoksunluk ve yoksulluktan o hale gelmişlerdir. Önce Ekonomik dengeyi sağlayalım sonra da ahlak ve inanç üzerine çalışırız. ( Kaldı ki çalmamak, tecavüz etmemek için illa semavi bir dine veya X bir inanca sahip olmak gerekmeyebilir!!)

Bir de şu nokta var eğer olura bu yazıyı AKP'li birileri okur onlara dipnot: Farkında mısınız bilmiyorum ama beğenmediğinize dönüşmeye başladınız!!! Bir de gerçek dindar vatandaşlar ya bir ses verin deyin ki Başbakan karıştırma dinimi sana ne neden siyasete katıyorsun kutsalımı, bir ses verin kandırılıyorsunuz.!

Bir iki lafta CHP gençliğine ve bizlere yani AKP'nin karşısındaki kitleye. Belki bizim de suçumuz oldu. Zamanında bir türlü öğrenemedik saygılı olmayı. Eğlenceyle gezmeyle tozmayla veya başka şeylerle uğraşacağımıza bizler de bir yerlere sızsaydık her şey farklı olurdu. Ancak yine de bir şeyler yapılabilir yeter ki CHP ve kadrosu çalışmak istesin.

Ayrıca RTE'nin yaptığı açıklama "insanları basın yoluyla din dil ve ırk ayrımcılığına tahrik ve kışkırtma" suçuna girmiyor mu? Sanki bana öyle gibi geldi.

yazımı şu malum 4lükle bitiresim geldi:
rakı şarap içiyosam sanane 
yoksa sana bı zararım içerim 
ikimizde gelsek kıl'dan kopruye 
ben dürüstsem sarhoşkende gecerım 

YALAN

"Kaybolup giden suratlarız siler arasında ve koca maskeler ardında...!"

Doğruda demiş. Hepimiz yapmıyor muyuz 5 dakikalık bir zevk için kırk türlü yalan dolan yapmıyor muyuz? Ya her zaman yüzümüze taktığımız o gülümseme acaba gerçekten doğru mu? Sıkıştık mı insanlık timsali oluyoruz ya "ahlaksızlık" yada "günah" diyoruz sosyokültürel yapımıza göre. Ama aslında hepimiz malum "İnsanız". İşte sorun da orada çıkıyor hepimiz insanız yani aynıyız. Yani hepimiz kendi çapında yalancıyız.

Hiç nedensiz yardım ettiğimiz veya sevdiğimiz oldu mu? Anne, baba, çocuk, kardeş, sevgisi mi? Emin misiniz? Her gün sizi veya annenizi yada kardeşinizi döven babaya sevginiz gerçek mi olurdu? Yada günün 16 saati çalışan babanızı aldatan bir anneniz olsa veya size maddi manevi kötülükler yapan bir aileniz olsa gösterdiğiniz sevgi ve saygı gerçekten nasıl olurdu?

Ama bu "pembe" yalanlar/maskeler olmasa hiç iş yapamayız??!! Hıh belki doğru ama gerçek anlamda uygulamadan nereden bilebiliriz? Ama doğru sizde haklısınız öğretilmiş veya kazanılmış (?!) davranış bu...

Evet sanırım bu kadar duygusal yapmak yeter haydi bildiğimizi okuyalım ve daha çok üçüncü sayfa haberi okuyalım...!

NOT: Sanırım bu yazıya linkteki şarkı uyar..! http://www.youtube.com/watch?v=a2KfxAi1u4E

2 Şubat 2012 Perşembe

KARIŞIM

Bu aralar gündemi takip etmiyordum şöyle bir baktım maşallah neler neler oluyor. Fransa yasa geçiriyor, efenim Suriye ile hepten gerilmişiz, Başbakan "dindar nesil yetiştiricez" diyor maşallah, e bir de kar eklendi üstüne!! E dedim hepsine bir şeyler karalayayım. Kafa yorarsa kusura bakılmasın efenim biraz dağınık olacak...

Mübarek insan pek sevgili Başbakanımdan başlıcam. Efenim dindar nesil yetiştirecekmiş. Herkes laf etti iyide kardeşim adam hangi din olduğunu söylemedi beki para dini olamaz mı?! Şakası bir yana zaten kendi de ne amaçladığını laf arasında söylüyor. E tamam güzel herkesin kendine göre bir inancı var herkes bunu özgürce yaşasın demek neden zorda sadece benim dinim demek kolay? Bu mudur "ileri demokrasi" anlayışınız, liberal olup merkezde olup AKP'yi savunan yurdum insanlarına soruyorum bu soruyu?

AKP'lilere sorunca " e zamanında bize de yapılıyordu hıhh ne var yani? Veya E ama bu da bir özgürlük değil mi? ( bu mürekkep yalamış türü )" E ötekileştiriyorsunuz ama yanlış değil mi? diye sorunca " yok hayır zamanında haklarını alamamışlara haklarını veriyoruz." diyorlar. Açıkçası AKP'li vatandaşlarımıza ve tam tersi görüşte insanlarımıza hep aynısını söylüyorum: "Lütfen SAYGIyı unutmayalım ve ÖTEKİLEŞTİRMEyelim" insanları yoksa hepimiz için sorunlar büyüyecek..!

Gelelim Suriye ve Fransa'ya çok uzatmıcam ikisi içinde. Fransa'ya cevap bu şekilde verileceğine ülke mottosu "özgürlük,eşitlik,kardeşlik" olan bir ülke ifade Özgürlüğünü nasıl yasaklar deseydik daha şık olurdu. Suriye'ye gelince sağlam bir oyun dönüyor iş bize patlayabilir fazla sert çıkışlar yapmamamız gerekiyor.

Gelelim Şehr-i Stanbol'a arkadaş bir kar yaptı vay arkadaş "milenyumun soğu" mu diyen, yoksa "şiddetli kar gelecek çok kötü olacaklar" mı? Yahu arkadaş abartmayın millet yılın 6-9 ayı o şartlarda yaşıyor el insaf!! He birde burda kar olunca " ayy Van'dakiler napıooo? Ayy doğudakilere yazzıkk yaağğ" diyen arkadaşlar var yada daha fenası arabasını çıkaramayanlar... Arkadaşım nerde yaşıyorsunuz açında arada haritaya haberlere bakın..!

Birde işin belediye tarafı var. E tamam eyvallah haklarını verelim ana yollar açıktı tuzlama falan süper. Ama yara ara sokaklar? Hadi diyelim ki arabalar çıkmasın trafik olmasın dediniz o da bir mantık ( olmaması gereken ama olan ). E kardeşim Kaldırımlara neden alaka göstermez kimse?! Mahalle muhtarlarına tuz verseniz mahalleli olarak evimizin önünde ki kaldırıma döksek en azından yayalar rahat etse olmaz mı? Olur hemde mis gibi olur!

Evet şimdilik bu kadar aslında yazılacak çok şey varda ayrı yazıların ve biraz da araştırmanın etki alanına giriyorlar. Mesela Haydarpaşa Garı, mesela Dış Ticaret rakamları, Özgürlükler vs vs liste uzar gider. buraya kadar sabırla okuyanlara teşekkür eder gözlerinden öperim. 

sevgiyle ve saygıyla kalın efenim.

29 Ocak 2012 Pazar

YALNIZLIK

Yalnızlık nedir? 

2 gündür falan "bence yalnızlık.." diye bir şeyler yazıyor çiziyor sanal ortamlarda insanlar bende acaba nedir diye düşündüm ve bir şeyler karalamaya çalıştım. Sağda solda yazılanları derledik topladık kendi düşüncemizle harmanladık bakalım neymiş yalnızlık?

Belki Rakı kadehini su kadehine vurmaktır,
Belki hırkana takılan kapı koluna "gelicem hemen merak etme" demektir.
Belki de seni büyütenlerin olmamasıdır en mutlu gününde veya zor gününde.
Boş şehir hatları vapurunun kıçından tek başına poyrazlı havada martılara simit atmaktır yalnızlık denen şey.
İçinde korku varken, ne yapacağını bilemediğinde, telefonun ucunda ses duyamamaktır belki de
Ama en kötü yalnızlık ne biliyor musun? 
Eğer içindeki sesi duyamıyorsan işte en kötüsü o...!
Kendin bile kendini yalnız bıraktınsa işte en kötüsü o.